Şiir Tutkusu

Menü

Nostalji

Yetmişli yılların sonlarıydı,
Çat pat hatırlarım,
Yasakları o zamanlardan tanırım,
Her şey yasaktı, nefes almak dışında,
Evde odun kömür yoktu,
Kalmıştık kışın ortasında,
Donuyorduk Ankara’nın o soğuk ayazında...

Hırsız polisçilik oynardık arkadaşlarla,
Polis ben olurdum, düşerdim arsızın peşine,
Bir yanlışlık vardı bu işte,
Nedense hep ben dönerdim kevgire...

Benim hiç oyuncak silahım olmadı,
Belki de bu yüzdendir hep dayak yemelerim...
İhtilalin adını ilk o zamanlar duymuştum,
Gerçi bir Fransız ihtilali vardı tarihte ama,
Ben hepten Fransız kalmıştım, neydi bu durum?
Kaynıyordu ortalık yine, sağ sol,
Kalmıyordu kimsede sağlam kafa, sağlam kol.

Alamancı Alilerin siyah beyaz televizyonu vardı,
Babası taaa Alaman’dan getirmişti izine gelirken,
Bizim ise, sadece siyah beyaz bir hayatımız,
Küçücük evimizden çıkar,
Küçük Ev’i seyretmeye giderdik Alilere,
Bir de hayvanlar alemini,
“ Bu hayvanlar oraya nasıl girmiş.” diye,
Ali’ye çok sormuştum,
Her defasında, “Bu gavurdan geldi,
Onlar sokmuş içine.” derdi...

Benim hiç renkli rüyalarım olmadı,
Bisikletim de,
Ben bayramlarda çokça,
Harçlık da alamazdım,
Çocukça, ama safçaydı benim aşklarım,
Ne zaman birine aşık olsam,
Taliplisi de çoğalıverirdi,
Az mı kavga etmiştim sokak itleriyle,
Yenilen nedense yine ben olurdum,
O zamanlardan tanırım mağlubiyeti,
Bir de gönül acısını,
Platonik bir sevdaydı benimkisi,
Ama hiçbir zaman politik olmamıştı...

Derken seksenli yıllara gelindi,
Yasaklıydı liderler,
Bildim bileli, Demirel ile Ecevit küs idiler,
Bir o, bir bu sırayla koltuk değiştirdiler,
Asırlar sonra, şükür onlar da gittiler...

Her günümüz bir öncekinden daha kötüydü,
Babam yine perişan, yine dert yüklüydü,
Geçmişimizi arıyorduk, mazi de olsa dünler,
Hep düşünürdüm, neredeydi Kanuniler?
Nereye gitmişti Fatihler?

Çocukluğuna tekrar dönmek ister misin? deselerdi,
Cevabım her şeye rağmen yine de evet olurdu,
Hiç olmazsa, o zamanlar domatesler hormonsuz,
İnsanlar namuslu, sevgiler ölümsüzdü,
Şimdi ne ağız tadı kaldı tadılacak,
Ne sevgi kaldı sonsuza değin yaşatılacak,
İnsanlar riyakar, sevgiler zahiri,
Bana dünümü verin,
Bir de babamı,
Bugünler sizlerin olsun...

Vecdi Murat SOYDAN
(Yaşanmamış Aşkların Şairi)
18/05/2004-Beylikova-ESKİŞEHİR

Şiirin Hikayesi :

”Bazı hatıralar uçup gitmiyordu; zorla geri geliyorlar, rüzgara karşı uçuyorlar ve zihnin içinde inatçı bir şekilde dolanıyorlardı.” Ma Jian

12 Eylül 1980 ihtilali olduğunda 10-11 yaşlarındaydım. Bizim zamanımızda akşam oldu mu,sokağa çıkma yasağı vardı. Büyükler eve girerdi, sokaklar biz çocuklara kalırdı. Bizler çocuk olduğumuz için göz yumarlar, ses çıkarmazlardı asker abiler, polis amcalar. Biz de hırsız polisçilik oynardık onlara özenirdik. Bir kaç kere de süpermen olmuştum ama duvardan aşağı kafa üstü düşünce, bırakmıştım süpermenliği.

Sonra Fatih’in fedaisi Kara Murat oldum. Kılıcım vardı tahtadan. O filmlerde dayak atan hep Kara Murat’tı. Oyunda nedense ben yerdim dayağı? İtiraz edince yine dayak yerdim, oyun gerçeğe dönüşürdü.
Bir keresinde sokağımızda oturan bir kıza aşık olmuştum, o kıza da başka mahallede oturan bir başkası. Kıza soruyorum, tercihini yap; ’’ ya ben, ya o! ’’ diyorum. Kız kıkır kıkır gülüyor... Ulan diyorum deli etme beni. Diyor ki, ’’ çok komiksin Murat! ’’

O hışımla gittim çocuğun yanına. Okkalıca bir yumruk vurdum. Çocuk benden uzundu ve kiloluydu.
Sanki sinek konmuştu yüzüne. Tesir etmedi tabi attığım yumruk.
Yakama yapıştı, ’’ öyle vurulmaz, böyle vurulur.!! dedi.
Bir çaktı.. Dişim kırıldı.
Kızın yanına gittim. Daha doğrusu kapılarına. Dedim ki, bak dedim, bu senin eserin! Dişim kırıldı..! dedim.
’’ Bana ne senin dişinden. Ben mi dedim sana kavga et diye.. ’’ dedi.
O kırık diş hatıradır bana. Aynaya baktıkça hatırlarım.. Bu diş derim, bu diş onun eseri..

Sizi bilemem ama, biz yani yetmişli yılların çocukları, Cin Ali’nin ve Kemalettin Tuğcu’nun kitaplarıyla büyüdük. Beyaz yakalı,siyah renkli önlüklerimiz, okuma fişlerimiz, kara tahtalarımız,beyaz tebeşirlerimiz vardı. Ayakkabılarımız yırtılana kadar yenisini alamazdık. Anneme kaç kez pazardan spor ayakkabısı sipariş etmiştim. En ucuzundan hem de. Annem alır gelir, giyerdim. ’’ Oğlum, ayağını sıkıyorsa, giyme götürüp değiştireyim. ’’ derdi. Bir numara büyüğünü aldırırdım.Beğenmemezlik etmezdim. Rahmetli babam kaç çetin kışı, ayağında yazlık ayakkabısıyla geçirmiştir. Ah garip babam... En çok da babam yaralar beni.

Saklambaç, körebe, birdir bir, yakan top, beş taş, ilik, kulaktan kulağa, hırsız polisçilik, evcilik oyunu oynardık. Bir tek televizyon kanalımız vardı, o da siyah beyazdı.Televizyon gece gündüz açık olmazdı, yayın saatleri vardı. Açılışta da, kapanışta da, rap rap rap askerler yürürlerdi. İstiklal marşımız okunurdu. Okullarda andımız okunurdu.

Sokağa çıkma yasağı vardı, biz çocuğuz diye polis amcalar ve asker abiler bize bir şey demezlerdi.Silah sesleri arasında oyunlar oynardık. Küçük Ev’imiz vardı, Heidi’miz vardı. Dallas dizisi vardı, Ceyar vardı, kötü karakterli bir adamdı ve kimse onu sevmezdi.

İhtilalin olduğuna en çok da babam sevinmişti. ’’ Ordu, yönetime el koydu, Kenan Paşa, kardeş kavgasını bir gecede bitirdi. Sizler rahat edeceksiniz oğlum. ’’ derdi. O zamanlar milli güvenlik kurulu üyeleri vardı, Kenan Evren Paşa’nın silah arkadaşları... Ne oldu, ne değişti de, yıllar sonra yargılandılar? Anlamış değilim. Kardeş kardeşi öldürürken, sağ sol çatışmaları devam ederken, analar, babalar, çocuklar ağlarken çok mu iyiydi ortalık? Kurunun yanında yaş da yanmıştır, her dönemde maalesef olabiliyor, hatalar olmuştur, yok diyemeyiz. Genel perspektiften bakmak lazım olaylara. Mesela benim babamı hiç kimse hapse atmadı, babam ekmeğinin derdinde bir adamcağızdı, akıllıydı da. Uymadı kimsenin aklına. Elbet tarih bunları da yazacaktır. Ama objektif olarak, korkusuz ve tarafsız olarak yazmalı.

Biz zengin değildik, evimiz kiraydı, bir küçücük tuvalet, banyo, mutfak, iki de oda, hepsi bu kadardı. Evimize yatılıya misafir gelse, yer yatağı yapar, orada biz yatardık. Divanda misafirlerimiz yatardı. Pazar günümüz vardı. Başımızda babamız vardı, annem kahvaltı hazırlar, her zaman olmasa da, ayda bir kere sucuklu yumurta yerdik. Sobamız vardı, annem çamaşırları orada kuruturdu. Sıcak çayımız vardı. Kurban bayramında biz kurban kesemezdik, babamın parası azdı.Komşular bize etin yağlı tarafını ve kemiğini verirlerdi. Yine de etin tadını alırdık. Annem nefis yemekler yapardı. Mantı açardı, kuru fasulye, pilav yapardı. Bayramlarda baklava, börek yapardı.

Mahalleye yeni taşınan komşularımız olurdu.Annem beni uyarır, ’’ Sakın ha oğlum, hiç bir kıza aşık olayım deme. Onlar senin kardeşin. Laf, söz çıkmasın, bize laf getirme. ’’ derdi. Kardeş kardeş büyüdük işte kızlarla.
Okul harçlığı olarak günde sadece bir simit parası alırdım. Arkadaşlarım sucuklu veya kaşarlı tost yeyip, ayran içerken, ben simit alır, bir bardak suyla onu yerdim. Orta üçüncü sınıfta Nur isminde bir kız arkadaşım vardı, çok güzeldi. Soyadı da aklımda kaldı. Nur Dane. Üç günlük harçlığımı sırf ona tost ve ayran almak için biriktirmiştim. Ben kendime simit aldığımda, sormuştu bana: ’’ Murat, sen kendine neden tost ve ayran almadın ki? ’’ Dedim ki; ’’Ben simit severim, tost yemem, ayran da içmem. Sana aldım Nur.. Benim yerime de ye’’ Diyemezdim ki Nur’a, ’’ Param yetmedi.’’

Hiç unutmuyorum, içimde zıpkın yemiş gibi çakılıdır; babam öldükten sonra dayılarım, teyzelerim olacak yakın akrabalarımız, bayramlarda fitrelerini anneme verirlermiş. Baktım, annemin elinde para var. Dedim ’’ Kim verdi? Nereden buldun? ’’ ’’ Oğlum ’’ dedi annem. ’’Üzülme sen,teyzelerin, dayıların verdi. ’’ Anneme dedim ki, ’’ Sadaka verdiler, tamam kabul.. Ama daha önce nerelerdeydiler? Sadaka vermek dışında hiç yardım etmediler ki bizlere? ’ Gitsinler fakirlere versinler. Bir daha kimseden sadaka alma’’ dedim. Okuldayken ben, Nazmi Hocam da vermişti. Çekmişti bir köşeye; ’’ Murat, aklına bir şey gelmesin, sen hassas çocuksun, bu parayı annene ver olur mu? ’’ Ben o gün keşke yerin yedi kat dibine girseydim. O an keşke ölseydim. Fitre paralarını bayram harçlığı da yaptık biz. Şimdi ne zaman birisine fitre verecek olsam onun yerine de utanırım. Başımı yere eğerim. İçimden ağlamak gelir. Çıkar dağlara bir güzel ağlarım. Dağları bunun için severim.Siz ağlarken dağlar da ağlar, yalnızlığınızı paylaşır sizinle.Çok da sırdaştırlar.

Müzik setimiz yoktu, küçük bir teybimiz vardı, ilk aldığım kaset Ferdi Tayfur’un ’’ Yaktı Beni ’’ kasetiydi.Ev telefonu almak için aylarca sıra beklenir, hat bağlanırdı. Bizim ev telefonumuz yoktu.Jetonla çalışan telefon kulübeleri vardı. Boynuzlu trayleybüsler vardı.Sokaklarda, caddelerde bekçiler vardı.Eli çıngıraklı yoğurtçular vardı. O zamanlar mektuplar vardı, kartpostallar vardı.Kaliteli dergiler, gazeteler vardı. Fotoğraf makinesi çok kıymetliydi, herkeste bulunmazdı.Şimdilerde herkeste var. Mesela benim çocukluk ve gençlik resimlerim çok çok az. Aile fotoğraflarımız o kadar az ki. Bir elin parmaklarını geçmiyor. O zamanlar Ayhan Işık vardı, Adile Naşit vardı, Fatih’in fedaisi Kara Murat vardı, Malkoçoğlu, Tarkan filmleri vardı.Kemal Sunal, Şener Şen, Hulusi Kentmen, Nubar Terziyan Zeki Müren, Bülent Ersoy Yıldırım Gürses vardı. Özay Gönlüm, Barış Manço, Belkıs Akkale vardı. Ferdi Tayfur, Serpil Çakmaklı, Oya Aydoğan, Banu Alkan vardı. O zamanlar adam gibi adamlar vardı. Kaliteli insanlar vardı. Adını sayamadığım pek çok gerçek anlamda sanatçılar vardı.İyi ki de hepsi vardı.Onlar benim çocukluğumun ve gençliğimin unutulmazlarıydılar. Şimdi herkesin elinde bir cep telefonu, oyna babam oyna.. Şimdi milletin elinde televizyon kumandası; zapla babam zapla. Teknoloji geliştikçe sorunlar büyüyor, hastalıklar artıyor.Bu günleri daha çok arayacağız, bunlar iyi zamanlarımız...

Şimdi çok şükür her şeyim var... Ama eksik olan çok şey var... Çok hem de. Giden yıllar geri gelmiyor....

Vecdi Murat SOYDAN
14/04/2016-Isparta
(Kara Kaplı Defterim)
Vecdi Murat SOYDAN474 şiiri bulunuyor
Paylaşabilirsiniz:
2.5/5 Toplam verilen oy :
Ekleyen Kullanıcı : Vecdi Murat Soydan