Şiir Tutkusu

Menü

Gecekondu Hasan ( Anı)


Gecekondu Hasan Amca’yla tanıştığımızda 14 yaşındaydım. O tarihlerde Ortaokul 3. sınıfa gidiyordum. O zamanlar kahvehane ve kumar alışkanlığım yoktu ama bu tanışmadan sonra, kahvehane ve kumarhaneden ayrılmaz oldum. (!) Günümün büyük bir bölümü buralarda geçiyordu. Zaman zaman yorulsam da, her akşam iş bitimi alacağım yevmiyemi düşündükçe, yorgunluğumu unutuyordum. Kahvehanenin bulunduğu bina eski bir binaydı ve 3 kattan oluşuyordu. Kahvehane alt katta, küçük bir bahçe içindeydi. Üst katında babamın arzuhalci dükkanı vardı. Emekli olduktan sonra babam, oyalanmaktan ziyade, geçim şartlarının zorluğundan dolayı tekrar çalışmak zorunda kalmış, ailemizin yükünü omuzlamaya devam etmişti. Ben hiç olmazsa yaz tatillerinde ve hafta sonlarında çalışarak harçlığımı çıkartmak ve babama yük olmamak için, bu kahvehane/kumarhanede çalışmaya başladım. 3 yılım burada geçti. Hayatın gerçeklerini burada öğrenmeye başladım. Okul bilgi öğretiyordu ama hayatı öğretmiyordu. Burada neler öğrenmedim ki? Cam silmesini, çay demlemesini, bardak, kaşık yıkamasını, çay servisi yapmasını, masa, sandalye silmesini, hatta taze, yeşil soğanın nasıl yıkanıp, ne şekilde doğranacağını öğrendim. Bir keresinde Topal Salim Amca elime üç baş yeşil soğan verip, ’ Bunları dışarıda bir güzel yıka ve getir.’ demişti de, ben soğanların çamurunu ovalaya ovalaya elimle yıkamış, doğrayacağım sırada soğanların bir tanesinin kök kısmını bıçakla kesip atmıştım da, o sırada Topal Salim Amca, pencereden beni görmüş, derhal bahçeye çıkarak ’ Dur, durrrr ! ne yapıyorsun sen! Niye kesip attın soğanın baş kısmını? Soğanın lezzeti buradadır, sen kökünü çöpe attın.’ demişti. Demek ki soğanın kökü atılmazmış ve en lezzetli yeri de baş kısmıymış. Bunu o vakit öğrenmiştim. Kahvehanenin/ kumarhanenin daimi müşterilerinden Taksici Çolak Bayram Amca yiyecek siparişi vereceği zaman özellikle de eski kaşar olmasına dikkat etmemi, yanında da bir ekmek,bir kaç tane domates,biber, az zeytin alıp gelmemi söylerdi.Eski kaşarla bizim bildiğimiz normal kaşar ayrımını da o zaman öğrenmiştim. Merak edip sormuştum eski kaşarla normal kaşar arasındaki farkı.Eski kaşar daha lezzetli olup, fiyatı da normal kaşara göre biraz fazla olurmuş. Kumar masasına bir oturuldu mu kolay kolay kalkılmaz. Parası bitip kalkanı çok gördüm, kazananın masadan oyun bitene kadar kalkmadığını da. Oyuna kendilerini kaptıranlar saatlerce kumar masasında vakit harcarlar, bu esnada açlığı tokluğu da unuturlardı. Kimi açlığını sigarayla, kimi çayla, kahveyle bastırır, kimi de midesi kazındığı için yiyecek siparişi verirdi. O vakitler şimdiki gibi kimsede cep telefonu yoktu. Hatta çoğu lokantada şimdiki gibi yiyecek içecek siparişi alınıp, adrese teslim yapılmazdı. Bu nedenle de genelde beni gönderirler, istedikleri siparişi onlara getirirdim. Sipariş veren kişinin yanında küçük bir masa bulunur, yemeğini yedikten sonra, işaret verir, derhal masasını siler, temizlerdim. Çoğu zaman yiyecekler artar, artan bu yiyecekleri çay ocağında yerdim.

Kahvehanenin kocaman kocaman camları vardı ve her gün silinmesi gerekiyordu.Küçük bahçesinin de sabahtan akşama kadar temiz tutulması şarttı. Ağaçlardan düşen yapraklar bahçeyi kirletiyor, rüzgarın etkisiyle de masaların, sandalyelerin üstleri toz oluyordu. Ben Ocakcı Orhan Amca’ya yardım ediyordum. Anlattığına göre yıllar önce Hukuk Fakültesini okurken başı bazı siyasi olaylar yüzünden derde girmiş, üniversite 3. sınıftan atılmış, çeşitli işlerde çalıştıktan sonra meslek olarak da bu kahvehanede yıllardır hem ocakçılık hem de çay servisi yapmaya başlamıştı.Bir ailesi, karısı, çocukları var mıydı? Bu konuyu ne ben sorabilmiş, ne de kendisi anlatmıştı. Alkol içerken görmemiştim ama yüzünün kızarmasından ve lafların ağzında dolanmasından alkollü olduğunu anlardım.Hiç bir yakını kahvehaneye uğramadığına göre demek ki hayat mücadelesini bir başına veriyordu. Kahvehanede günlük yevmiyesinden başka, kumar oynayanların vermiş oldukları bahşişlerle ve burasının aynı zamanda kumarhane olduğunu bilmeyen, amaçları sadece çay içip, nefeslenmek olan diğer müşterilerden almış olduğu çay paralarıyla yolunu buluyordu. Kumarhanenin daimi müşterilerinden ve dışarıdan gelip kumar masasına oturan misafirlerden çay parası alınmazdı.

Ocakcı Orhan Amca’nın kumarhanede ağır sözlere maruz kaldığına ve itilip kakıldığına çok şahit oldum. İçine atar, kimseyle muhatap olmamaya çalışır, söylenilen işleri yapardı.Bana arada sırada nasihat eder,koşullar ne olursa olsun okulumu bitirmem gerektiğini, aksi taktirde, ciğerleri baş para etmeyen kişiler tarafından itilip kakılacağımı söylerdi. Gözlerine baktığımda ise nemlendiğini görürdüm.Nasıl çay demlenmesi gerektiğini, işin püf noktalarını ve tabi kurnazlık taraflarını ondan öğrenmiştim. Mesela yeni demlenen çay dinlenmeye bırakılırken içine bir kaç tane kesme şeker atılırdı. Söylediğine göre şeker yerine bir parça karbonat da atılırmış. Saf saf sebebini sorduğumda yüzüme alaycı alaycı bakarak, ’ Sen de hiç bir şey bilmiyorsun. O zaman ben öğreteyim sana. ’ demişti. Çayın rengini koyulaştırmak için yapılırmış bu işlem. ’ Ben çay demliğinin içine karbonat atmam. Lezzetini bozar. Ama kesme şeker atarım, çayın rengini koyulaştırır ’ demişti.

Babam kahvehanenin bir üst katında bulunan küçücük bir oda içine sıkışıp kalmış arzuhalci dükkanında müşteri bekler, çoğu günler hiç siftah yapmadan dükkanı kapatır eve giderdi. Babamın iş yerinde küçük bir tüp gaz, bir kaç tane tabak, çatal, bardak, kaşık bir de demlik bulunurdu. Babam kendi çayını burada demler, içerdi. Bir gün babama çay servisi yapayım da sıcak sıcak içsin diye elimde bardakla yanına gittim. ’ Çay mı getirdin bana oğlum. Eline sağlık. ’ dedi, içtikten sonra da cebinden bozuk para çıkarıp çay bardağının yanına koydu. ’ Ne yapıyorsun sen baba! Bu para da ne? Olmaz öyle şey. Al paranı baba, koy cebine.’ demiştim de, babam ’ Olmaz öyle şey oğlum. Laf söz duyma sen. Sana gelen laf, bana gelir.’ demişti. Ben de, ’ Baba, sana çayı getiren ve ısmarlayan benim. Bir bardak çayın lafı mı olur? Babamsın sen benim. Oğlun olarak sana bir bardak çay ikram edemeyeceksem ve senden para alacaksam yazıklar olsun bana.Almam paranı. Bir daha da bana para falan verme.’ demiştim. Kaderin cilvesi, ben bir daha babama çay götüremedim, çünkü yaz tatili bitip de okullar açılınca ben okuluma dönmek zorunda kaldım. Okulların açılmasından kısa bir süre sonra da babamı kaybettik.

Gecekondu Hasan, Ankara’nın Kızılcahamam İlçesindendi. Babamla eskiden beri tanışıyorlardı. Hatta Gecekondu Hasan’ın benden birkaç yaş küçük kızı süt kardeşimdi. Eşinin rahatsızlanması nedeniyle kızını annem emzirmiş ve dolayısıyla süt kardeşi olmuştuk kızıyla. Hasan Amca, babama büyük saygı gösterir, değer verir, iltifatlarda bulunurdu. Zayıf, çelimsiz bir adam olsa da, yüreği mangal gibiydi. O sert duruşunun altında aslında yumuşacık bir yürek yatıyordu. Kumarhane sahibi olması, bu alemin içinde olan kişilerin kendisine diş bilemesine sebep oluyordu. Sert görünmesi doğaldı. Güçlü olmalıydı. Yoksa bu işin raconu belliydi. Adamı bir dakikada harcarlardı. Uzun yıllardır Yenimahalle’de kahvehane/kumarhane işletiyordu. Bu alemin kulağı kesiklerindendi. Tartıya çıksa 49 kg’yu geçmezdi. Birkaç kez tanık olmuştum, kızdığında karşısındaki adama ‘ 49 kg. bir adamım, üfürsen düşerim, ama bana yanlış yapanın bacağını da dizine indiririm.’ derdi. Öğlene kadar kahvehaneye pek gelmez, akşam üstleri oyun başlamadan önce uğrardı. 80 m2 tek odadan oluşan, ama odayı kırmızı vişne çürüğü renginde kalın bir perdeyle ikiye bölen bu kumarhanenin her akşam konukları olur, onlara ikramlarda bulunurdum. Çay servisi yapar, ihtiyacı olanlara sigara, karnı acıkanlara ekmek, eski kaşar, zeytin, domates, biber alırdım. Adamlar, dünyanın parasını kumarda kaybettikleri halde, sigaradan veya yiyeceklerden arta kalan para üstünü benden çoğu kere isterlerdi. ‘Yeğenim benim, koy cebine o da senin olsun.’ diyen üç beş tane adam gibi adam da yok değildi. Orada çalıştığım süre içerisinde, bana bir kişi bile tek kötü söz söylemedi. Hatta, okumam için teşvikte bulundular, ‘ Oku oğlum. Baban gibi ol, baban değerli bir insan.Sakın bu alemin içine girme, bu alem pisliktir, hastalıktır. Sen buralara yakışmazsın.’derler öğüt verirlerdi. Bunda, ‘ Nüfusçu Erdem Bey’ isminin de büyük etkisi vardı. Çünkü babama sevgi, saygı duyarlar, hal hatır sorarlardı. Babamın adı hep beni korudu.Sanki koruyucu bir melek vardı yanımda ve beni her türlü zor şartlardan korudu, işlerimi kolaylaştırdı.Bu tarifi imkansız duyguyu hayatım boyunca yaşıyorum ve hâlâ bu güç beni koruyor.

Oyun partileri geç saatlere kadar sürerdi. Mekanın dili olsa da anlatsa orada neler yaşandığını. Polis ekibinin geleceği saatler belliydi. Geldiklerinde, Gecekondu Hasan hemen dışarı çıkar, polis amcalara hal hatır sorardı. Bir keresinde ben de sordum hatırlarını. Elime tutuşturulan bir zarfı kendilerine vermiştim. Ekip görevini yapıyor (!) ve oradan ayrılıyordu. Orada çalışmak benim için çok büyük bir tecrübe oldu. İnsanları, hayatı öğrendim. Büyük bir okul diyebilirim. Bana lazım olan bilgileri aldım oradan. Bu yaşıma geldim, halen de kılıç, yüzbir, barbut, biriç, vb. oyunlarını bilmem. Bir tek piştiyi ve okeyi bilirim, onu da babam öğretmişti. Hiç de merak etmedim öğrenmek için. Çünkü o mekanda insanların perişanlığını, yaşanan aile dramlarını, kumar alışkanlığının insanı intihara kadar götürebilecek kötü bir alışkanlık olduğunu gözlerimle gördüm. Kulaklarımla ne olaylara şahit oldum. Bunlardan birinde, kumarhanenin müdavimlerinden biri, kumar masasında, emekli maaşını bırakmış, borç para istemiş ve Gecekondu Hasan da, kendisine borç para vermişti. Adam, kaybettiklerini tekrar kazanmak istemiş, ama onu da kaybetmişti. İnsanın gözünü hırs bürümeye görsün. En büyük hatalarımızdan birisi de bitmek bilmeyen isteklerimiz, kısa yoldan zengin olma hayallerimiz. Kumar oynamak ciddi bir hastalıktır. Maalesef yakalandı mı bu hastalığa insan, kolay kolay bir daha iflah olmuyor. Almış olduğu borç parayı da kumar masasında bırakan adam, ‘ Bir şans, bana bir şans daha. Bana para verin, borç para verin.’ dediğinde, Gecekondu Hasan, kendisine şöyle demişti. ‘ Neyin karşılığında? Paran mı kaldı sanki. Tamam, bırak oynama artık!’ Adam, yalvarır gözlerle, yıllardır kulaklarımdan çıkmayan, her aklıma geldiğinde beni derinden yaralayan, yüreğe vurulan bir hançer misali içimi yakan şu cümleyi söyledi :

‘ Her şeyimi verdim, param kalmadı, evimi de sattım, verecek bir şeyim kalmadı, karım ile kızım evde, onu alın! ‘

Bu cümlenin o anda Gecekondu Hasan üzerindeki etkisi büyük oldu. Sakinliğiyle tanınan Gecekondu Hasan, o dakikadan itibaren bambaşka bir ruha büründü, bir volkan misali patladı. Adamın yakasına yapışarak :
‘ Ulan yıllardır bu alemin içindeyim, adımız kumarcıya çıkmış, ama ben adıma leke getirmem, kumarcıysam, pezevenk değilim.! Kaç lira kaybettin ulan sen! Al şu paranı, çek git! Bir daha da bu mekana ayak basma! ’
Adam, bu cümleyi duyduktan sonra, çocuklar gibi ağlamaya başladı. Nerdeyse teselli etmeye yanına ben gidecektim ki, Gecekondu Hasan’ın bağırtısı duyuldu :

‘ Karılar gibi ağlama ulan! Kaldır başını ve çık git bu mekandan.’ dedi. Adam, o günden sonra mekana atım atmadı, atamadı.

1983-1986 yılları arasında çalıştığım bu kahvehane/kumarhanede hayatı öğrendim. Sinemada izlediğim Ferdi Tayfur’un filmlerinin etkisi altında kalmıştım ama, sanki burada o filmler gerçek oluyordu. Yaşanıyordu. Senaryo gerçeğe dönüşüyordu. Ben, Ferdi’nin gençliğini oynuyordum sanki. Babam fakirdi. Tıpkı filmlerde olduğu gibi. Çolak Taksici, Uzun Adam, Gecekondu Hasan, Topal Salim sanki filmlerden kopup gelmiş, bire bir canlı canlı hayatın içinde yaşıyorlardı. Karakter oyuncuları ve kötü adamlar burada da vardı.Tüm bu olumsuz şartlar altında, ekmeğimi buradan çıkartıyordum.

1986 yılında babam rahmetli olunca, bu kahvehaneden ayrılıp başka işlerde çalışmaya başladım. Gecekondu Hasan’ın kumarhanesi hayatımda bir dönüm noktası olmuştur. Genç yaşta hayata atılmamda, ciddi kararlar almamda olumlu etkilerini gördüm. Atamam çıkıp, Nüfus memuru olarak devlet dairesinde işe başladığımda, Gecekondu Hasan’ı da ziyaret ettim. Beni görünce çok mutlu oldu, babamdan söz ederken gözleri yaşardı. Bana dedi ki :
‘ Baban, büyük adamdı, dürüst adamdı. Ne mutlu senin gibi bir evlat yetiştirmiş. Ben yıllardır bu alemin içindeyim, bu alemin içinde olup da bozulmayan hiç kimseye rastlamadım. Bir tek sen hariç. Oğlum, koçum, helal olsun sana! Babanın mekanı cennet olsun! Bir kere olsun, elini oyun kağıdına sürmedin. Bozulmadın. ‘ dedi. Beni yanaklarımdan öptü, bağrına bastı. İkimiz de duygulandık. Dokunsalar, Hasan Amca’yı bilmem ama, ben ağlardım,hem de hüngür hüngür ağlardım, zor tuttum kendimi, ama gözlerim nemlendi.

Gecekondu Hasan Amca yaşamıyor. Öldüğünü öğrendiğimde çok üzüldüm. Aklımda da her zaman kaleme aldığım bu hatıralar kalacak ve benimle birlikte yaşayacak. Bu alemin hem içinde hem de dışında yaşamış olmanın buruk sevincini yaşıyorum, hayatı öğrenmem adına.

Vecdi Murat SOYDAN
(Yaşanmamış Aşkların Şairi)
15 Haziran 2013-Isparta-Saat : 12.38
Vecdi Murat SOYDAN474 şiiri bulunuyor
Paylaşabilirsiniz:
2.5/5 Toplam verilen oy :
Ekleyen Kullanıcı : Vecdi Murat Soydan