Şiir Tutkusu

Menü

Atatürk ve Milli Egemenlik

Atatürk, Milli Mücadele''nin başlangıcından, kendisinin hayata veda ettiği ana kadar, her fırsatta milli egemenliği Türk toplumuna benimsetmeye çalışmış, her zaman kişisel yönetimin sakıncalarıyla milli egemenliğin üstünlüklerini çarpıcı şekilde karşılaştırmıştır.Çağdaş bir topluma ve çağdaş bir devlete yakışan yönetim şekli, ancak milli egemenliğe dayanan sistemdir. Büyük Millet Meclisi görüşmeleri sırasında söylediği şu sözler, bunun en güzel ifadesidir:
"Cihan tarihinde bir Cengiz, bir Selçuk, bir Osman devleti tesis eden ve bunların hepsini hadiselerde tecrübe eyleyen Türk Milleti bu defa doğrudan doğruya kendi nam ve sıfatında bir devlet tesis ederek bütün felaketlerin karşısında doğuştan taşıdığı kabiliyet ve kudretle yerini aldı. Millet, mukadderatını doğrudan doğruya eline aldı ve milli saltanat ve egemenliği bir şahısta değil, bütün fertleri tarafından seçilmiş vekillerinden meydana gelen bir yüce mecliste temsil etti. İşte o meclis, yüce meclisinizdir."

Atatürk''ün milli egemenlik ilkesine sadece düşünceleriyle değil, derin kişisel duygularıyla da ne kadar bağlı olduğu, annesinin ölümünden birkaç gün sonra onun mezarı başında yaptığı şu konuşmada gözlemlenmektedir: Valdem bu toprağın altında, fakat milli egemenlik ilelebet payidar olsun. Beni teselli eden en büyük kuvvet budur... Valdemin mezarı önünde ve Allah huzurunda and içiyorum, bu kadar kan dökerek milletin elde ettiği ve belirttiği egemenliğin muhafaza ve müdafaası için icabederse valdemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Milli egemenlik uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun(Kaynak:Prof. Dr. Ergun ÖZBUDUN)

“Atatürk milletini çok sevdiği için efkarı umumiyeye de büyük ehemmiyet ve kıymet verirlerdi.

Bir gün toplanmış olan ve benim de aralarında bulunduğum bir fırka divanında, İmalatı Harbiye fabrikasında yapılan kadro dolayısıyla açıkta bırakılan amelelerin vaziyeti müzakere mevzuu olurken İsmet Paşa’nın, (İsmet İNÖNÜ) ameleyi himaye eden Recep PEKER merhuma kızarak :

“- Hakimiyet-i milliye, efkarı umumiye sözleri bir lafz-ı muraddan ve bir takım süslü kelimelerden ibarettir. Böyle bir şey yoktur.Bütün dünyada cari ve mukadder olduğu gibi mesele, okur yazar denilen ekalliyetin, okuması, yazması olmayan ekseriyeti idare etmesidir. Ekalliyet denilen okur yazarların da başlarına menfaat yularını geçirip hazine yemliğine bağladın mı, bütün idare yoluna girer ve muntazam işler! “

mealinde verdiği cevapları Atatürk duyduğu zaman ne kadar müteessir olmuş, ne kadar kızmışlardı. Bu sözlerin sarf edildiği o günlerde bir sırasına getirerek :

“- Bu gibi sözleri söyleyenler ancak memleket ve milletle alakası olmayan kimselerdir.Bir millet ki hayatı tarihten uzundur ve tarih onun menkıbeleri, zaferleriyle doludur. Varlığını ve Türklüğünü bugüne kadar muhafaza eden böyle bir millete “ efkarı umumiye yoktur!” demek, bu ne derin gaflet, ne büyük cehalettir.Memleketimizin, milletimizin başına gelen felaketlerin çoğu, bilhassa yakın tarihimizde gördüklerimiz, bu çeşit insanlar yüzünden gelmiştir.Herkes bilmeli ki millet efradı sürü halinde vesayetle idare edilemez!” diyerek ağır bir ders vermişlerdir.

Atatürk, Selçuk ve bilhassa umumi Türk tarihini çok iyi tetkik etmiş, Türk’ün uyanışına ve haklarını tanımasına hail olan engelleri, geçirdiği felaket ve musibetlerin hakiki illetlerini iyi tespit etmiş bir bilgi sahibi olduğu için fırsat düştükçe muhitine :

“ – Tarihimizi tetkik ediniz. Türk’ün çektiği bütün felâketler, maruz kaldığı tehlikeler ve musibetler hep kendi öz benliğini, millî varlığını ihmâl ederek nereden geldikleri ve ne oldukları, hangi nesle mensup bulundukları belirsiz bir takım kimseleri kendilerine reis tanıyarak onların şuursuz bir vasıtası olmak mevkiine düşmüş olmasındandır.”( Kaynak : Kılıç Ali Anlatıyor “ Atatürk’ün Hususiyetleri” s. 54-55)

1924 Eylül ayında Samsun Ticaret Mektebi’nde öğretmenler tarafından şereflerine verilen çaydaki konuşmasından :

“Söz söyleyen arkadaşlarımızdan biri bana, nereden ilham ve kuvvet aldığımı sordu. Arkadaşlarımızın sorduğu ilham ve kuvvet kaynağı, milletin kendisidir. Milletin müşterek eğilimi, umumî fikri olduğunu inkâr edenler de vardır. Bu gibileri hepiniz çok işitmişsinizdir. Bu gibiler memleket ve milletle alâkasız, gafil insanlardır. Memleketimizin ve milletimizin başına gelmiş olan bunca felâketler hiç şüphe etmemelidir ki, bu gafil insanların memleketin talihini ve iradesini ellerinde tutmuş olmalarından ileri gelmiştir.

Bir topluluğun mutlaka ortaklaşa bir fikri vardır. Eğer bu, her zaman dile getirilemiyor ve belirtilemiyorsa onun yokluğuna karar verilmemelidir. O, yapılan işlerde mutlaka mevcuttur. Varlığımızı, bağımsızlığımızı kurtaran bütün işler ve hareketler, milletin müşterek fikrinin, arzusunun, azminin yüksek belirtisinden başka bir şey değildir.”
(1924 Atatürk’ün Maarife Ait Direktifleri, s. 21-22)

“Türkiye Cumhuriyeti yalnız iki şeye güvenir: Biri Millet kararı diğeri en ağır ve müşkül şartlar içinde dünyanın takdirlerine hakkı ile lâyık görülen Ordunun kahramanlığı diyen Atatürk: Millî Mücadelenin en karanlık günlerinde yanında bulunan sadık yakınlarından gazeteci Yunus Nadi Bey''in Her kerameti Meclisten beklemek niyetinde miyiz? diye sorması üzerine, Mustafa Kemal''in verdiği cevap şu olmuştur:

Ben her kerameti Meclisten bekleyenlerdenim. Bir devreye yetiştik ki onda her iş meşrû olmalıdır. Millet işleri de ancak millî kararlara istinad etmekle, milletin hissiyat-ı umumiyesine tercüman olmakla hâsıldır. Milletimiz çok büyüktür. Hiç korkmayalım. O, esaret ve zillet kabul etmez. Fakat onu bir araya toplamak ve kendisine ‘Ey Millet, sen esaret ve zillet kabul eder misin?’ diye sormak lâzımdır. Ben, milletin vereceği cevabı biliyorum... Bizim bildiğimiz hakikatler milletçe de tamamen malûm olunca, onun kararlar bahsinde de bizim gibi düşüneceği neden kabûl edilmemelidir? Ben, bilâkis milletin bu hususta daha salim, daha kat''i kararlar vereceğine kaniim.” (1920)

“Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun, en evvel, herşeyden evvel Türkiye’nin istikbâline, kendi benliğine, millî an’anelerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzûmu öğretilmelidir.” (1 Mart 1922 TBMM açış konuşmasından)

“Türk milletinin kuruluşunda etkili olduğu görülen tabiî gerçekler şunlardır:

a) Siyasî varlıkta birlik
b) Dil birliği
c) Yurt birliği
d) Irk ve menşe birliği
e) Tarihî karabet
f) Ahlâkî karabet

Türk milletinin teşekkülünde mevcut olan bu şartlar diğer milletlerde hepsi birden yok gibidir. Daha umumî bir tarif yapabilmek için diyelim ki; bir topluma millet diyebilmek için bu şartlar, aynı zamanda bütün olarak veya kısmen, bir arada bulunmak lâzımdır. Bütün milletler tamamen aynı şartlar altında teşekkül etmemiş olduklarına göre Türk milletinde yaptığımız gibi, diğer her millet ayrı olarak mütalâa edilmedikçe, milliyet fikrini umumî ve ilmî olarak tarif etmek güçtür.”(1930)

“Millet her türlü iradesini hâkim kılmağa muktedirdir.” (1919 Nutuk)
Macar heyetinin kabûlü esnasında söylediklerinden;
“Bir milletin büyüklüğü coğrafî yüzölçümü ile değil, yüreğinin asaleti, ülküsünün yüksekliği ile ölçülür.” (Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 1 Ocak 1934, s.3)

“Benim için en büyük korunma noktası ve şefkat kaynağı milletimin sinesidir.” (1919 Reşit Paşa’nın Hatıraları, s. 86)

“Kudretsiz dimağlar, zayıf gözler, hakikatı kolay göremezler. O gibiler Büyük Türk Milleti’nin yüksek seviyesine nazaran geri adamlardır. Fakat zaman bütün hakikatleri en geri olanlara dahi anlatacaktır. Milletimizi vehimlerden kendini kurtarmağa muktedir hale getirmeye çok çalışalım.” (19 Ekim 1925, Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Millî Eğitim Bakanlarının Millî Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri, s. 27)

“Bilelim ki kazandığımız muvaffakıyet milletin kuvvetlerini birleştirmesinden ileri gelmiştir. Eğer aynı muvaffakıyetleri, zaferleri ileride de kazanmak istiyorsak, aynı esasa dayanalım, aynı yolda yürüyelim.” (Büyük Zafer’in ardından Anadolu’ya yaptığı ilk gezide halka hitaben... 1923)

“Milletimiz tek bir vücûd gibi gösterdiği sarsılmaz birlik ve gayret sayesinde başarıya ulaşmıştır.” (Büyük Zafer Hakkında, 4 Ekim 1922)

“Bizim Milletimiz derin bir maziye mâliktir. Milletimizin hayat-i asarını düşünelim. Bu düşünce bizi elbette altı, yedi asırlık Osmanlı Türklüğünden çok, asırlık Selçuk Türklerine ve ondan evvel bu devirlerin her birine muadil olan Büyük Türk devirlerine kavuşturur.” (Samsun Ticaret Mektebi’nde öğretmenler tarafından şereflerine verilen çaydaki konuşmasından, Eylül 1924)

“Silâhı ile olduğu gibi dimağı ile de mücadele mecburiyetinde olan milletimizin birincisinde gösterdiği kudreti ikincisinde de göstereceğine asla şüphem yoktur. Milletimizin sâf seciyesi istidat ile doludur.” (Ankara’da Maarif Kongresi, Mustafa Kemal Paşa’nın açılış konuşması 16 Temmuz 1921)

Bu memleket tarihte Türk’tü, hâlde Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır. (Atatürk''ün Adana Seyahatleri s.31)

“Bu dünyadan göçerek Türk Milleti’ne veda edeceklerin çocuklarına, kendinden sonra yaşayacaklara son sözü bu olmalıdır: Benim Türk Milletine, Türk Cumhuriyetine, Türklüğün istikbâline ait ödevlerim bitmemiştir. Siz onları tamamlayacaksınız. Siz de sizden sonrakilere benim sözümü tekrar edersiniz. Bu sözler bir ferdin değil, bir Türk Milleti duygusunun ifadesidir. Bunu, her Türk bir parola gibi kendinden sonrakilere durmadan tekrar etmekle son nefesini verecektir. Her Türk ferdinin son nefesi, Türk Milletinin nefesinin sönmeyeceğini, onun ebedî olduğunu göstermelidir. Yüksek Türk... Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur.” (Mülkiyeliler’e hitabından, 11 Ocak 1935)

“Gereğince vatan için tek bir fert gibi, birleşik azim ve kararla çalışmasını bilen bir ulus, elbette büyük istikbâle hak kazanmış ve adaylığını koymuş bir ulustur.” (1919)

“Yabancılar tamamen inanmalıdır ki, Türkiye’de yaşayan millet, başlı başına bütün dünya milletleri içinde müessir bir varlığa sahiptir. Bu giderilemez.” (1919)

Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki gelişmesi ile geleceğin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır. (Cumhuriyet’in 10. Yılı Nutku, 29 Ekim 1933)

“Millî emeller, millî irade yalnız bir şahsın düşünmesinden değil bütün millet fertlerinin arzularının, emellerinin bileşkesinden ibarettir.” (1923)

“Bir millet varlığı ve hukuku için bütün kuvvetiyle, bütün fikrî ve maddî güçleriyle alâkadar olmazsa, bir millet kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını temin etmezse şunun, bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Millî hayatımız, tarihimiz ve son devirde idare tarzımız, buna pek güzel delildir. Bu sebeple teşkilâtımızda millî güçlerin etken ve millî iradenin hâkim olması esası kabûl edilmiştir. Bugün bütün cihanın milletleri yalnız bir egemenlik tanırlar: Milli Egemenlik...” 1920 (Nutuk III, s. 1185)

Türk Milleti yeni bir iman ve kat’i bir azm-i millî ile yeni bir devlet kurmuştur. Bu devletin dayandığı esaslar Tam Bağımsızlık ve Kayıtsız Şartsız Millî Egemenlikten ibarettir. Yeni Türkiye devletinin yapısının ruhu Millî Egemenliktir. Milletin Kayıtsız Şartsız Egemenliğidir... (İzmir’de halka hitaben... 31 Ocak 1923)

“Millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek geliştirmek millî ülkümüzdür.” (Cumhuriyet’in 10. Yılı Nutku, 29 Ekim 1933)

“Türk Milleti asırlardan beri hür ve müstakil yaşamış ve istiklâli bir lazıme-i hayatiye etmiş bir kavmin kahraman evlatlarıdır. Bu millet istiklâlsiz yaşamamıştır. Yaşayamaz ve yaşamayacaktır.” (1922)

“Bir milletin ruhu zapt olunmadıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça o millete hâkim olmanın imkânı yoktur. Halbuki asırların yarattığı millî bir ruha, kuvvetli ve daimî bir millî iradeye hiçbir kuvvet karşı koyamaz.” (30 Ağustos 1924)

“...Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, ilk önce bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti; hissî, fikrî ve fiilî olarak bütün davranış ve hareketlerimizle göstermemiz gerekir. Bilelim ki Millî benliğini bulmayan milletler, başka milletlerin şikârıdır (avıdır). Millî varlığımıza düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı, bir Türk şairinin dediği gibi: (karşı duvardaki levhayı işaret ederek) ‘Türk’üm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi’ diyelim. Düşmanlarımıza bu hakikatı ifade ettiğimiz gün, kanaatimize, mefkûremize, istikbâlimize yan bakan her ferdi düşman telâkkî ettiğimiz gün, millî benliğe uzanacak her eli şiddetle kırdığımız, milletin önüne dikilecek her engeli derhâl devirdiğimiz gün, hakikî kurtuluşa vasıl olacağız.” (20 Mart 1923 Konya gençleriyle konuşmasından, Atatürk''ün Söylev ve Demeçleri, c.2, s. 144)

Atatürk’ün sözlerinde bir dizesi yer alan ve İstanbul’un İtilâf Devletleri tarafından işgâli sırasında yazılmış olan dörtlüğün tamamı şöyledir:

Binlerce can dirilse de nakletse geçmişi,
Dağlar lisana gelse de anlatsa hepsini;
Garbın cebin-î zâlimi affetmedim seni,
Türküm ve düşmanım sana, kalsam da tek kişi...

“Milletin saltanat ve hâkimiyet makamı yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisidir ve bu hâkimiyet makamının hükûmetine Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti derler. Bundan başka saltanat makamı, bundan başka bir hükûmet yoktur ve olamaz.” (1 Kasım 1922)

“Türkiye Büyük Millet Meclisi''nin bütün programlarının umdesi şu iki esastır: İstiklâl-i tam... Kayıtsız şartsız millî hakimiyet!..” (27 Nisan 1920)

“Hiç şüphe yok, devletimizin ebedi müddet yaşaması için, memleketimizin kuvvetlenmesi için, milletimizin refah ve mutluluğu için hayatımız, namusumuz, şerefimiz, geleceğimiz için ve bütün kutsal kavramlarımız ve nihayet her şeyimiz için mutlaka en kıskanç hislerimizle, bütün uyanıklığımızla ve bütün kuvvetimizle millî egemenliğimizi muhafaza ve müdafaa edeceğiz.”

“Efendiler; Bu umde icabı bütün cihan bilmelidir ki, artık Türkiye halkı; hakimiyetini hiçbir şahıs ve makama veremez. Hakimiyet demek şeref demek, namus demek, haysiyet demektir. Bir milletten bu evsaf-ı medeniye ve insaniyesinin terkini taleb etmek onu insanlıktan çıkarmak demektir.” (İzmir İktisat Kongresi’ndeki konuşmasından, 17 Şubat 1923)

“Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin devamlı şekilde sağlanması ve korunması ancak ve ancak tam ve kat''î mânasiyle millî egemenliğin kurulmuş bulunmasına bağlıdır. Bundan ötürü hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası millî egemenliktir. Toplumumuzda, devletimizde hürriyet sonsuzdur. Ancak onun hududu, onu sonsuz yapan esasın korunmasıyla mevcut ve çevrilidir.” (1923)

“Mutlak ve sınırsız Egemenlik erki yalnız ve yalnız halkın kendisindedir. Halkın toplu halde kendini satması, kendine ihaneti, ya da kötülük etmesi düşünülemez!..”

“Millî müdafaamızı, düşmanların bayrakları babalarımızın ocakları üstünden çekilinceye kadar terk edemeyiz. İstanbul mabetleri etrafında düşman askerleri gezdikçe, öz vatan toprakları üstünden yabancı adamların ayakları çekilmedikçe biz, mücadelemizde devam etmeye mecburuz. Kendi hükûmetimizin idaresi altında bedbaht ve fakir yaşamak, yabancı esareti pahasına kavuşacağımız huzur ve mutluluğa bin kere üstündür.” (Atatürk’ün T.T.B. IV, s. 307 , 1920)

“Atatürk, halk hakimiyetinin esas temel taşının hak ve adalet olduğuna içten inanmış bir adamdı. Bundan dolayı, adalete çok önem verirlerdi. Daima, “Adalet bir devletin esası olduğuna göre mahkemelerin lafzen (sözde) değil hakikaten bitaraflığını temin her işin başında bulunmalıdır. Hak sahiplerine müşkülat çıkarmak,eshabı mesalihi(iş sahiplerine) bugün git, yarın gel diye bir takım zorluklara uğratmak, hükümet otoritesi maskesi altında halka mütehakkimane vaziyet almak, (zorbaca davranmak) yakışıksız muamelelere cüret etmek gibi haller behemehal (derhal) önlenmelidir” derlerdi ve en ziyade “ nef’i hazine” (devlet yararına) formülü pek sinirlerine dokunurdu. Onun için bu sevmediği formülü ele alarak millete, tüccara, köylüye çektirilen eziyetlere artık nihayet verilmesini isterdi.

“ Nef’i hazine (devlet yararına) düşüncesinin ve teranelerinin memleket için felaketli bir formül olduğu bir an hatırdan çıkarılmamalıdır. Hükümetin hikmeti vücudu bu gibi sözlerle halka hükmetmek, müşkülat çıkarmak , zulmetmek değil hizmet etmektir.” Diyerek bu mühim noktaya ehemmiyet verilmesini ısrarla tekrar edip isterlerdi.

Atatürk memurlara, iktisap ettikleri mesleğin icaplarına uygun bir zihniyet aşılatarak halkçılık, terbiye ve kifayeti vermeyi gayret etmelerini, devlet idaresinde kanunların tertip ve tanziminde yaşanılan zamanın icaplarına, dünya gidişinin cereyanına uygun mütalaalara iltifat etmelerini daima devlet adamlarına tavsiye buyururlardı.

Atatürk için iş üzerinde zaman ve mekan mevzubahis olamazdı. Mühim hadiseler ve mühim işler kendileri ne vaziyette bulunurlarsa bulunsunlar hemen orada mütalaa edilirdi. Verdikleri vazifeleri ehemmiyetle takip ederler ve neticesini almak için vazifedarlara yolda dahi rastlasalar otomobillerini yolun bir tarafında durdurup o vazifeliyi yanlarına alırlar, orada kendilerine verilen izahatı dinleyip işi hemen halleder ve yola devam ederlerdi. Resmi günlük işler ise Atatürk tamamen giyinip hazırlandıktan sonra Katibi Umumileri tarafından arz edilir ve emirler alınırdı.(Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, İstanbul 1955, s. 54)

“Türk çocuklarındaki kabiliyet her milletinkinden üstündür. Türk kabiliyet ve kudretinin tarihteki başarıları meydana çıktıkça, büsbütün Türk çocukları kendileri için lâzım gelen hamle kaynağını o tarihte bulabileceklerdir. Bu tarihten Türk çocukları bağımsızlık fikirlerini kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, harikalar yaratan adamları öğrenecekler, kendilerinin aynı kandan olduklarını düşünecekler ve bu kabiliyetle kimseye boyun eğmeyeceklerdir.” (Şemsettin Günaltay, 1951 Olağanüstü Dil Kurultayı, s.33)

“Gerçekleri bilen, kalbinde ve vicdanında manevi ve kutsal hazlardan başka zevk taşımayan insanlar için, ne kadar yüksek olursa olsun, maddi makamların hiçbir değeri yoktur.” (Büyük Nutuk)

23 Nisan 1920... Ankara’da büyük millet meclisi açılmıştır. Memleketin her tarafından birçok milletvekilleri gelmiştir. Bu yeni meclise gelenlerin bir kısmı Ankara’da hiçbir şeyin olmadığını görünce, ümitsizliğe düşmüşlerdi. Bahsedilen ne Yeşilordu, ne hazine, ne yatacak otel, hiç bir şey yoktu. Sadece, Mustafa Kemal...
Bazılarına bu dava çürük gelmiş olacak ki, memleketlerine dönmeye karar verdiler. Bunlar geri dönerlerse mecliste huzursuzluk olacağını anlayan Mustafa Kemal, kürsüye çıktı. O gün pek heyecanlıydı. Atatürk’ün hayatında belki de böyle canlı bir tablo doğmamıştı. Milletvekillerine hitaben şöyle demiştir:

“İşittim ki, bazı arkadaşlar yoksulluğumuzu bahane ederek memleketlerine dönmek istiyorlarmış. Ben kimseyi zorla milli meclise davet etmedim. Herkes kararında özgürdür, bunlara başkaları da katılabilirler. Ben bu mukaddes davaya inanmış bir insan sıfatı ile buradan bir yere gitmemeye karar verdim. Hatta, hepiniz gidebilirsiniz. Asker Mustafa Kemal mavzerini eline alır, fişeklerini göğsüne dizer, bir eline de bayrağını alır, bu şekilde Elmadağ’ına çıkar, orada tek kurşunum kalana kadar vatanı savunurum. Kurşunlarım bitince de bu aciz vücudumu bayrağıma sarar, düşman kurşunları ile yaralanır, temiz kanımı, mukaddes bayrağıma içire içire tek başıma can veririm. Ben buna and içtim!...” (Falih Rıfkı Atay)



Sözlük :
Hakimiyet-i milliye : Milli güç.
efkarı umumiye : Genel fikirler
Lafz-ı murad : Mânâsı için olmayıp lafzı için söylenen kelime, söz.
Ekalliyet : Azınlık.
Gaflet :Çevresinde olup bitenlerin farkına varamama durumu, aymazlık.
Karabet : Yakınlık, hısımlık



Vecdi Murat SOYDAN
16 Aralık 2011 Isparta
Vecdi Murat SOYDAN474 şiiri bulunuyor
Paylaşabilirsiniz:
2.5/5 Toplam verilen oy :
Ekleyen Kullanıcı : Vecdi Murat Soydan