Şiir Tutkusu

Menü

Merhaba Hayat....

Zifiri karanlık asfalt yolların seyyar dişli sokaklarında, umudu kaldırım taşlarına ekerken hayalimiz. Düş ile gerçeği birbirinden ayıramayan ayyaş uykumuz. Hayat mı zor kardeşim; yoksa bizler mi basitiz? Hayat zalim olamaz, kanunu koyan biziz. Onu işleten de. Kendi telimizde inleyen melodiyiz. İyilik tohumları yeşermiyor, topraktan gelen Âdemoğlu’nun bağrında. Bütün her şey bizim istek ve arzularımızın eseri değil mi? İstesek savaşları bitiremez miyiz ki? At gözlüğüyle, artı doksan derece inancımızın açısız ve dar-miyop alanıyla bakarken hayata. Mutluluğun izafi olduğunu Söylesem dedeme, daha entel manada 'rölatif ' sırf bu cümleler Arapça olmadığı için bakmaz yüzüme. Bütün isteklerimiz sarı ışıkta hazır beklerken; hakkımızı çalan vicdanı cerrahi bir operasyonla alınmış Bürokratlar. -Doğru nedir ustam? Uranüs’te bir kışın yirmi bir yıl olduğu mu, ya da Platon’un idealar Dünyası mı? Yalan nerede satılır hocam; herkes bol miktarda kullanır. Teknoloji'yi yaratan biziz, Kölesi olanda. Dul reklamlar bırakıp, bakire sermaye arayan, emeksiz kazanç tüccarları. Ki, her şey yalan. Bitliste beş minare, eser değil, yapan şahane. Retinanın yargısız infazı mıdır bu? Ah bu şarkıların gözü Kör olsun, bestekârı bilinmez, tüm bildiklerimiz anonim. Arkeolojik olarak değerlendirilmeli nefesimiz, Çünkü zaman içinde değişiyor bedenimiz. Dişleri fırçalanmamış yarın düşüncelerimiz. Tarihin davuluna vuran vurana. Herkes kendi telince, melodiler değişik, ama notalar hep aynı. Sanat ve mutluluk. Yoksa yaşamak bir sanat mı? O halde en büyük sanatkâr; beden hazlarını ziyadesiyle yaşayan ve böylece tanrılara yaraşır bir ömür süren X kişi. Oysa bizim hayatımızın her bölgesi mayınlı ve sansürlü. Bütün isteklerimiz yasak, yasayı takan kim; yasa sakız, çiğnemeyen keriz. Kırmızı ışığa takılarak geçiyor ömrümüzün en sabırsız yanı.
Ev kiralık, ev sahibi vardiyalı, bizim sinirimiz sabıkalı. Şöyle bol sesli, az acılı, normal tuzlu bir türküye hasret kaldık. Elimiz de avucumuzdakini aidata yatırdık. Çerez elden, içki gölden; dert şirketten, gel de içme.(!) Teslimiyet duygusu içinde yürüyoruz, her yer kiralık; arabalar, evler, eşyalar, insanlar. . . Zaman boş, içini Keder, hesap ve akademik bir iç çekişle geçiriyoruz. Yok, okumak, adam olmak; baltanın sapı olmamak. Biz sadece baltanın altında kütük. Kütüğümüzü düşün, içimizde ölü bir adam yaşıyor. Bağımsızlığını ilan etmiş, Körkütük zamanın sarhoşluğunda. Uyuyalım, mutluluklar yeşersin düşlerimizden gerçeğe. Ayağımız şiş, düşüncelerimiz Narsist; ölüyorum hacım, maaş gününe kalmadan. Kefenin cebi delik. Dikiş tutmuyor kinimiz. Bekle bizi İstanbul, martıların kanatları altında geleceğiz. Newton'un çekimine aldırmadan. Kedi aslanı boğmayacak bu ütopik mekanda. Demirel ile yolumuz aydınlık, mum ışığı ile arıyoruz geleceği. Gelecek, elbet gelmeyecek. Çünkü yaşadığımız sürece gelecek hep gelecekte kalacak ve o gelecek hiç bir zaman gelmeyecek, olmayan yolcu ve şoförüyle. Çeşm-i siyah gider ama onun siyahlığı ve hüznü biz de kalır, mürekkep, kaleme gerek duyulmadan. Acı melezleşir mi, çiftçinin kronik dar gelirli toprağında? Bütün Hücrelerimiz kendini yeniler. Moleküler alınteri damlar, kömürcünün atomaltı bakışında. Kromozomlar Dünya turunda, bu gidişle 'evrensel hacı' olurlar. DNA'lar daha elit bir RNA arar. Beynimiz ömür boyu hiç durmadan nöronları tarar. Her yeni gün taze bir başlangıç değildir onun için. Haydi, kolay gelsin...
Ey zaman, seni bayatlatan -AN-, düşüp ölebiliriz her -AN-, yaşıyoruz işte biz, an be -AN-. Dünya'nın çarkında dönüyoruz ve o döngümüz hep iflas ibresini gösteriyor, her zaman. İnsan kendini saran Atmosferin içinde pervane. Ne kadar dönersek dönelim yerimiz hep aynı ve belli. Mikro olarak yapıyoruz banyomuzu, resmi sevişmeler düşüyor imam nikâhının buğulu imzasına. Ve hiç bir abdest çıkarmıyor kalbe Saplanan günahı. İsa Mesih midir her doğan çocuk? Anasına ıstırap verir, beline beşik geçirilir, dünya'ya ağlayan gözlerle gelir. Belki de bir pazarcı katledebilirdi pazar günümüzü. Söz gümüştü onlar için sükût enayilik. Onlar nefesten kazanıyordu, sürümden değil. Biz hüzünlüydük, biraz da ağlamaklı; Glikozsuzluk ruhumuza işlemişti, gülme ve lezzet almama engelliydik. Emekleyerek yaşıyorduk, yaşamak direnmekti her şeye rağmen. Yalnızca güçlüler ayakta kalabilirdi, ama zayıflar olmadan da olmuyordu; çünkü biz onların yemiydik. Ve nedense soyumuz tükenmiyordu. Doğal devletin bir tabiat olayıydı bu. Başımız duman ve pare pare, yol vermiyor dağlar ne çare? Bilmem çağlasam mı, çağlamasam mı? Hangi cinnet susturabilir iç kanamalı bir şiiri. Ama üzülmeye gerek yok, bilmem bir kaç milyon yıl sonra kıta’lar birleşecekmiş, her sene bir birine bir Cm yaklaşmaktalar.
Bir pazar günü, pazarı pazarlıyor pazarcı; pazarlığa girmeden. Bütün tatil günlerimiz linç. Kul kendi kaderini kendi çizer. Yolun sonu görülmüyor, belki yarın, belki de yarından daha dün. Pazarda bir kadın, elinde bir Kg Kara zeytin, gözleri zeytinden daha kara, öyle ki; -akı- yok. Gözleriyle anti-modernistçe taciz ediyor elbiseleri, İkinci ele düşüyor giysiler. Hayalen de giymek parası ile değil ya, diyor içinden gelmeyen realist bir sözcükle. Mecburen, hayalen, hayal parası veriyor. Üstünü istemiyor kadın, hayalen tüm bankaların patroniçesi. Hayaline Kızıyor kadın; patroniçe’nin ne işi var pazar da diye. Eşref-i mahlûkat, hayaline bile kızıyor yazık. Oysa hayal, fakirin ekmeği, her nedense hiç göremedik; hep metafiziksel olarak yedik. Aslında yoksul yok bu dünyada hayal varsa. Eflatun amcadan öğrendik hayal kurmayı ve o alemde yaşamayı, oradaki güzellikleri görmeyi. Aslında sallıyordu Eflatun amca ve ufak atmıyordu ki civcivler yesin. Oysa ufak atacak diye sabahın erken saatlerinde doldurmuşlardı, çoluk-çocuk, horoz-tavuk akademia'yı. Biz bu dünyada gördüğümüz nesneleri sahiplenemediğimiz zaman, hep hayalen beraber oluyorduk. Hayalimizde ki tüm fenomenler bu dünya'nın objesiydi.(Her idealin nesnel bir  yanı vardı.) Bugün pazar gülüm; sabahı hoşta, akşamı A-Rana. Sabah kalkarken çiçek gibi açarız. Temiz hava, oksijen, derin nefes ve uykusunu almışlık edasıyla gerilme. Klorofil de olmasa. Akşam ise soluyoruz. Güneşin battığından olsa gerek. Gerçi güneş batmaz, dünya döner. Elektron mikroskobu olmayan bunu göremez.'Sırtımızı güneşe dönersek önümüze gölge düşer'. Bu konu hakkın da yorum yapma Copernicus dayı, çok ilkel düşünüyorsun. Haydi, sağlıcakla kalın, ama her zaman değil. Hipokrat ekmeksiz kalır, sağlıkçılar sızlanır. Ve bir doktor, şifalı günler dilerken ne kadar gerçekçidir? Bakkalın veresiye defterinin verdiği cüzamlı, kabarık,-acaba ne zaman verir-i kadar. Siz en iyisi orta da kalın, her şeyin ortası iyidir. Ama fazla iyi 'orta' olmayın, Hakan şükür kafa atabilir. Kader ağına düşebilirsiniz.
 
Taner çorbacı2 şiiri bulunuyor
Paylaşabilirsiniz:
2.5/5 Toplam verilen oy :
Ekleyen Kullanıcı : Taner çorbacı