Şiir Tutkusu

Menü

Kuzgun Kuraklara Göçkünlük

'Canımdan çok sevdiğim helebilmem kimsizlerime...' diye başlayan cümlelerin sonsuz sarhoşluklar içerisinde etrafında ne varsa sarılıp kucaklamayı tiril tiryaki özleyen ne tutkun bir haldir o...
Herşeyi olabildiğince paylaşılabilir değerlilikle selamlayan, selamlamakla da kalmayıp içinde zerrece nokta miktarı kin, garez, garabet, ayrım, alçaltma ve dışlama sürgülenmeleri olmayan birlikte kan kaynatıp kalabalık çoğul güzelliklerin yaşanmışlıklarından kendine doyumsuz sofralar sunmaya çalışan, oyun çocukluğu gibi nasıl bir arzeylemektir o...
Yalnızca buz gibi soğuk ilişkisizlikler kucağında yapayalnız kaldığında değil; daha kendi toprağında gülüm-sehim dörtmevsimken gün – güneş, yağmur ve yel..
Yalnızca sacayakları kökünden sökülmüş hayat ağaçlarının kuru dallarında kurak kuzgunlara kaldığı zaman ve yalnızca kolonları dibinden sökülmüş yaşam yollarının uçuk ve uçurumlara mahsuruna kalıp; gelene gidene; konana göçene, kurduna kuşuna, ya medet çarelerin divanesi olduğunda değil..
Gözalabildiğine bütün sonsuzluğun boşluklarını eder ve herbir üşenilesi dengi değerlerin karşılığında kendini koyan dünyaya doğmuşluğun sevinciyle 'canımdan çok sevdiğim helebilmem kimsesizlerime...' diye başlayan cümlelerin ötelerine ..daha çok ötelerine uzanmak.
Aklımda kalan 'Tanrıyla Öğle Yemeği ' diyen bir hikayedir ;
' Küçük çocuk kendine anlatıldığı günden beri Tanrı'yla tanışmak ister. Ama her seferinde oraya varmanın neredeyse mümkünsüz, uzak, açlık - susuzluk gerektiren bir yol olduğu söylenir.
Bu yüzden kesin kararlı olduğu bir gün, çantasına onsuz edemediği çikolatalardan ve meyva sularından kor. Yola koyulur. Daha evlerinden üçbeş sokak öteye varmıştır ki yorulur.Az bir soluklanmak için hemen yakında daha evvel çokca gittiği parka sapar. Orada oturmayı uygun gördüğü bankta yaşlıca bir kadın vardır ve yorgun bakışlarıyla güvercinleri seyrediyordur. Çocuk kadının yanına oturur. Çantasını açar. Meyve suyundan tam içecekken...birden farkeder ki, yaşlı kadın sanki ondan daha aç ve susuz gibi bir hali vardır...
Vazgeçer çocuk kendi içmekten ve çantadaki çikolatasını çıkarıp yaşlı kadına uzatır. Kadın gülümseyerek çikolatayı alır. Ama gülümsemesi öyle sıcak, o kadar pırıl pırıl, o kadar içe sarandır ki...
Çocuk bu gülümsemeyi bir daha görebilmek için meyve suyunu da çıkarıp kadına verir. Tek bir kelime bile etmeden kadının bu seferki gülümseyişi bir öncekinden daha büyüleyici ve kucaklayandır. İkisininde içi anlatılmaz coşkularla dolar ve böyle kaç vakit geçer anlamazlar bile.
Epey bir sonra artık dönmesi gelesiye kadar geçen günün ardından kalkıp giderken, bir türlü gitmez gönülle; bir kaç adım atar, sanki en sevdiğini yitiriyormuş gibi kadına sımsıkı bırakmaz istemezcesine sarılır. Kadının bu kez gülümsemesi bütün yakınlıkların en olabilesi zirvesindedir...hani tüm üşümüş buymuşları alıp kendini esirgemeksizin sımsıcacık kalbine köşk eden gibi..
Çocuk eve geldiğinde annesi çocuğun yıldızları imrendiren gözlerini görünce " Seni bu kadar mutlu edecek neler yaşadın bakalım bugün ?" diye sorar. Çocuk " Biliyor musun anne ? Ben bugün Tanrı ile öğle yemeği yedim, hem biliyor musun, hayatımda gördüğüm en güzel gülümseyişe sahip " der.
Bunun üzerine annesinin yüzünde huzur dolu bir ifade belirir ki...Tıpkı parktaki kadının gülümseyişlerinden farksız olan desek yeridir..Çocuk annesindeki bu güzelliği görünce " Ben de seni çok mutlu görüyorum anne, peki bu kadar keyifli olman için sen ne yaptın bugün ? " diye sorunca...
" Parkta Tanrı ile çikolata yedim, meyve suyundan içtim. Doğrusu düşündüğümden de çok gençmiş" diyince çocuğa annesi...Nasıl şaşkına dönmesin çocuk...??? '
Diyorum ya..hikayenin aklımda kalan halidir. Dilim döndüğünce de aşağı yukarısı böyleydi.
Dilim döndüğünce bir husus var ki dilimin ucunda dönen; hayatta hiç kimse hiç kimseyi kolay ve ucuz dalga dümenlere getirip kaybetme lüksüne sahip değildir derim. Yoksa niye yorulaydı bize sevgili diye sarılan yaşamak..?
Derim ki, bulunduğu hayatta kendisi bile sorulmayan yabanlılıklaşmalar sorulup sogulanmıyorsa eğer, yaşam güzelliği hırgürlerle kıyamatleşen dinginsizliğin insanını kaybeden meydan muharebeleşmeliliğine dönmüştür.
İnsan;
Hani güzel varlık...Hani ha sen, ha ben, ha üçüncümüz..İnsan Ha siz. Ha biz. Ha hepimiz...
Hayatı sadece bulmaca karelerinde siyah beyazlar çaprazına kıskaçlayıp; fakat git gör ki, sorup ettiğinin hiçbir kazanım karşılığında kendi bulunmayan bom boş karalanmalardan akıl fikir yoruyorsa halleri haraplık ...Soytarı diye aranmasına getrek yoktur çünkü bu durumda topyekün herşey bayağılaşmış, laçkalaşmış, kepazeleşmiş ve rüsvanlığın hükmünde yönetilen zalım bezirganı devrandır.
Bu karanlığı yırtmak için kim ne büyüklükte ateş yakarsa da, etrafı önü alınmasız felaketlere götüren feverana vermeleri geçemez derim...
Tıpkı içi dışı karanlık ve acılar yüklemlisi, soyut figuratif, ithal, gelecek kurtarıcısı adlanarak kendini içkiye ve tütüne ve mapusa ve nice nice garibimik pozlara filmtraşlayan aydın takımlıların yarını tümden karartıp batıran kumarbazlığıyla...
Dışı kara..İçi dışından kara halis muhlis düzen uşağı düzen-bazların zaten kararmış kandillerle işi cami içi soygunlarına varıncaya kadar azdıran...
Bile bile karşılıklı kabullü ortak ittifakıyla insan insanı hiçyoktanlardan sokakta bulmuş gibi aç ve oburluğunun gözdoymazlarında süpürge ucu kir gibi silip süpürüşüne hız artıran ivmeler kazandırışını derim...
..Ki asıl ziyan olan, sevgisiz topraklara çöller ekip biçmeye kendisidir.


Seyfi Karaca.........Aralık / 10
Seyfi Karaca4058 şiiri bulunuyor
Paylaşabilirsiniz:
2.5/5 Toplam verilen oy :
Ekleyen Kullanıcı : Seyfi Karaca