Şiir Tutkusu

Menü

Hayatı Karalanmış Seyir Defteri 5

Uzunca bir yazı şu yazdığım ben de farkındayım
Ama dağdan dereden, şehirden uzaktan, ilden yamaçtan, daldan çiçekten, kuzudan kuştan, yakından uzaktan, damladan tutamdan, andan ve yüzyıllardan yol yolunda yürümüyor, insan güzelliğiyle büyümesi gereken hayat, aksine kudurup azgın sapkın cinayet robotluğuna dönüşüyorsa....
Durmaksızın akıp giden sonsuzluğun insan denen öznesiyle, varlığını nice varlıklar arasında herbir getirip ileten süzülmüş elenmiş güzel yolları yorulan emekleriyle kişi kendini bumadıktan sonraki devamsızlığındandır, sebeplerin emziren doyuran ana sebebi.
Ve bir şekilde doğduğu dünyada kendini bulup, korkusuzca;
Kendine sevgilisi olan yuva yapanlarla çırpınan yüreğinin alınteri hakkıyla, cesurca;
Gören gözlerini bile bile tırsıp bulaşık yalaşık işlerine yummadan hayatın..
Duyan ve hisseden gönlünü karartıp, hasretle kucaklayacakları sabahının ve akşamının insan sevecenliğini yurt tutacağı insan konaklısı yerde; hasetlerle ve fesatlarla yanı yöresi delik deşik olmuş eski püskülere soğuyup kararan yaşamsızlığın içlerine küsüşmeden...
Kendini her yerde, herkese, her koşulda, heryere, herzaman, bulduğu o eşsiz ve benzersiz yorgunluklardan edingiği kişiliğini iletip dağıtamadıktan sonra....
Yağmur altında, mandal askılığı üstünde unutulmuş cici bicilerin fırtına sevdasına kendini yaşa- yavana; kuzguna - kurağa kırbaçlatışından zevk alışı gibiliğin sadistliğine döner bu haram damarlardan öğününü tayın eden cinnet.
Öyle ki;
Sanattan- zenaate, arzudan - kanaate, tarımdan - ziraate, demirden - tele, dilden - gönüle bulaşıp tebelleş olmadık hiçbiryeri bırakmayan bu şekilsele saplanmışlık; biçimsele bakıp gördüklerinden şaşırıp kalmış herşeyin hakkını hiçe çıkaran salgınlarıyla kütle kütle urlaşır ; ve hani, " insan ilk görüşün şaşı bakan ' ye kürküm ye' sarhoşluğuyla " kılık kıyafetine " aldanarak ağırlanıp fakat, asıl işin İn midir yoksa Cin mididir kim olduğu bilindikten sonra " düşünceleriyle uğurlanır " yaşamsal gerçekliği soğulta soğulta acı-zulumlar silsilesinden tatlı hayatlara varacağına budalanan tek tiplilikle...
Hep ayyaş...hep sarhoş ..küs, çekiş-döğüş, kısır, çöp- çorak, kayıp, aç-susuz, dünü harap yarını yok...ayakaltı revacına gıkı çıkmayan sürüm, sürgün, süprüntülüğü aç kurtlar gibi tüketerek... Hep içmese bile aciz, yıkık, öz hanesinde meyhaneden beter meyhane..
Bu sürekli çoğalan yokluk ve yoksunluk saplantısından ölse çıkamadığı tıkışmasında, çığlık bağlık iç içe halkalanmış biriken puslu yaslısı siyaha gözlükleşmeler, aslında daha tarihin takviminden yaprak koparmadan evvel yoksul gününün varsıl yerini kurup kayıtlaması gerekirken, aksine ve aleyhe gidişi iyce çıkışsıza kilitleyip dünün son kalıntılarıyla yarını kurtarmaya kalkarsa...
Pisi pisine gider hem zaman, hem mekan, hem kendi sebep- kendi madur onarılmaz işlerin cürüm sahibi insan.
Farkına bile varılmadan hayatı geçip giderken vaziyeti vaziyet değillik; sonra da yüzüne bakamadığı aynalara basar laneti küfürü..Çünkü ne dilinde, ne düşüncesinde, ne hayalinde ne de düşünde kendine yaraşır kişiliğini getiren ve götüren güzelliklerde bulup buluşamamıştır.
Ve o haliyle de kalkıp zamanı hiç yakalayamadığı heykelleşmiş bir anda dondurmaya, etrafındaki herşeyi ve insan birlikteliklerini dursunlar da kalp, kafa, ömür boşluklarına beni yığsınlar diye insanın adını sefile çıkaranlara kral olmaya kalkışır.

Gene bir fıkrayla laf içinde lafa laf katarsak ;

Mübarek-müşrik diktatörlerden biri bir vakit meyhanelerin birinden içeri girer.Tezgaha yaklaşır. Kafası ala-çakır bir sarhoşun yanına taburelenir. Şundan bundan muhabbetlik ederken bir ara sorar :
_ " Eeee madem hergün gelip, hergün çerez merez iç babam iç. Kaç para kazanıyorsun bütün bunları yapmak için ?
Kafası kıyak olan :
_ " Günlüğüm ikibin "
_" İyiymiş be. Peki kemerleri daha bir sıksak . Koşulları ağırlaşrırsak, ayağımızı kessek dışardan? "
" İkiye katlarım elime geçeni."
_" Daha da sıksak.
_" O zaman beş bine bana mısın demem "
Diktatör bunun üzerine ne mübarektir yavaş yavaş azıp tozutarak :
_ " Bu ne fırıldak iş lan..! Hava boşluğu bırakmadan ümüğüne kadar sıksak ? "
_ " O zaman on mon dinlemem beni kimse tutamaz "
Aziz ve mübarek diktatör bunun üstüne iyce kafayı sıyıracak gibi olup, adamın ne iş yaptığını merak etmiş ve dayanamamış :
_ " Sen cin misin, bankör-borsa mısın nesin. Adam mı çarpıyorsun yoksa be adam ?
_ " Mezarcıyım " demiş öteki. " Mezarcıyım ben" demiş.

Milli – muhafazakar, din – dinayet, iman - inayet esnaflığı... gibi yollardan muhaliflik yaptığı doksanlı yıllarda, Türkiye'deki dipsiz boyutlu binbir ölçek alanlı talanlara millet mikrofonundan mecliste :
_ " O değerli profösörün tartışma götürmez tesbitlerinde olduğu gibi ..." diye güttüğü muhalefetliğin vazgeçilmez tanığı olarak sunumlayan ve işin sonunda artık herkesin bildiği aynı profösörün bugünlerdeki fazlasıyla tozu duman attıran aleni ve açıktan yapılan 'Babalar gibi satıp' cebe indiren ziyadesiyle yağmalara aynı açıkyüreklilikle tespitlerde bulunduğundan...Erol Manisalı ' yı suç işleyici hikayeden adıyla kelepçeler altına, Erol Manisalı'yı her türlü kirli işleri gözü ve gönlüyle gören zamanın tartışmasız tanığı diye zıplama tahtası olarak geçmişinde kullanan ve bir takım kimi sonuçlanmış; kimi daha yürüme aşamallı dava dosyalısı Gül Abdullah ise Cumhurun..Aynı ayak çalımlı arkadaşı Tayyip Recebi millet namına başbakan oluyorsa...
Sebepler arasında en büyük ve başlıcası o dur ki, bazı bazı şimdisi neredeyse çağın bütün atıklarını ciğerinde taşıyan , sindirdikce de için için kir ve köpük kusan dağı, bağı , akarsuyu ve deresi kalmadıklar arasında zaman zaman SAKARYA adlı satırlar da düşmüş olsa Necip Fazıl.. ömrü boyunca aslında kahır-ecir-eziyet ve çile yüklü kaldırımları...
Nazım Hikmet ' se zaman zaman ' yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşcesine ' demiş komuşlarıyla üstünde taşımadığı değerleri çar çur ederek.. dünyayı ham hayallere savrup saçmakla kalmayıp aslında hayatı boyunca cenaze merasimi sükselikli tabutluklar yazdığı sebeptendir...Şu günü tir titrek insan soğukluğu azap gazaba yedire yuttura top- yekun, 'SUS ve SEFİLLİĞİNE ŞÜKRET ' ağıt ağlaşıklara insanların hemhal oluşu.

O bağlamda :

Ahmet Muhip Dranas, ' Olvido' da :

" Dalga dalga hucum edip pişmanlıklar / Unutuşun o tunç kapısını zorlar / Ve ruh atılan oklarla delik deşik / İşte, doğduğun eski evdesin birden / Yolunu gözlüyor Lamba ve merdiven " .....dediği ve Fahriye Abla' da mahallesinin güzeliyken hoyrat ellere düşüp tez zamanda berbat olan Türkiye fukarası kaderciliğini bugüne bozuk plak gibi ezberleten bir başka örnekli Dranas....

Cahit Sıtkı Tarancı, ' Memleket İsterim ' de bir taraftan :
" Ne zengin fakir, ne gönülde hasret olsun....Olursa bir şikayet ölümden olsun " derken, diğer bir taraftan ' Ölümden Sonra' şiirinde :
" Öldük ölümden birşeyler umarak / Bir büyük boşlukta bozuldu büyü.....Şimdi o dünyadan hiçbir haber yok / Yok bizi arayan, soran kimsemiz yok / Öylesine karanlık ki gecemiz / Ha olmuş ha olmamış penceremiz / Akarsuda aksimizden eser yok " .....pişmansıl hayat yanılsamalarını kendinden kuşkulu ve bi çareliklerle örüp örgüleyen hep viran... hep virane...
'Otuzbeş Yaş' ta da :
" Zamanla nasıl değişiyor insan / Hangi resmime baksam ben değilim / Nerde o günler, o şevk , o heyecan / Bu güler yüzlü adam ben değilim / Yalandır kaygısız olduğum yalan " ......satırlarıyla ezik, çökük, beşikten son hayat nefesine o doyulası yaşam seyrinin hiçbir yaşam gerçekliğini kabule yanaşmayacak, adeta ben istemiyorsam kendimi bana katlanamayacağım halimle vermesin bana kimse dercesine erincek; kendiyle bozuşuk-çelişik ve hayat kaçkını..
Ve nihayet 'Abbas' da Tarancı :
" Haydi Abbas vakit tamam / Akşam diyordun işte oldu akşam / Kur bakalım çilingir soframızı / Dinsin artık bu kalp ağrısı "....neredeyse kelimesi kelimesine ( Can Yücel ' den Yusuf Hayaloğlu' na varıncaya kadar ) sayısı belirsiz kaç bir meraklısına aynı satırlardan saçak sürümü ' Hiç birşeyin hakkından gelemiyorsan, şişeye sarıl o zaman' demeye lafı sözü getirip ve bugün, hem de heryeri güllük gülistanlık ettik yalanlarının fink attığı dönemde içki yasağı koyacak derecede alkolün dibine çöken bir toplum bataklığının eskisi hangi bulaşık kanallarından kendini avutan numunelerce kaynaklık ettiğine satırlara inci gerdanlar dizen Cahit Sıtkı..

Oktay Rıfat ' Tecelli ' de :

" Nedir bu çilem benim / Hesap bilmem, muhasebede memurum / En sevdiğim yemek imambayıldı / dokunur / Bir kız tanırım çilli / Ben onu severim / O beni sevmez " ....satırlarında yerine hakkıyla oturmamış bütün işlerin niye sarpa sardığını özetleyen hayalden severliliğin Türkiye gerçeğini açıktan itiraf ettiği,
' Kaside' de :
" Filya tarlasında/ ben sana hayran / sen cama tırman " ...........dizeleriyle Atilla İlhan'a ilham kaynaklığı eden ve kendine ,

"Bir de rakı şişesinde balık olsam" dilekleri tutan Orhan Veli ;

'Eskiler Alıyorum' da :
" Musiki ruhun gıdasıdır / Musikiye bayılıyorum / Şiir yazıyorum / Şiir yazıp eskiler alıyorum / Eskiler verip musikiler alıyorum.... .....dizelerine iş kuran şirket sahibi gibi Veli, işin özünde tüm birbirinden çalap-harab el alan mahirliğin kendi şahsında itirafında bulunarak...
' Efkarlnırım' da :
" Mektuplar alır efkarlanırım / Rakı içer ekarlanırım / Yola çıkar Efkarlanırım / Ne olacak bunun sonu bilmem.." ............diye yakına kendi kaybında kendi dışındaki bir başkasından kendini arayıp sorduğu...

"Ben pırıl pırıl gemiydim eskiden / İnanırdım saadetli yolculuklara / Adalar var zannederdim mavi, dertsiz ...".....aynı karanlıklı kayıplarda ve düşkırığı boğunukluğuyla ' Pay' da Özdemir Asaf :
"Silahın düştü elinden / Bundan sonra bir hayal parçasısın " ' Gönlümce 'de Arif Damar ;
"dışarda tabiat mevsimin en çıngıraklı ayındadır / bizim kucağımız terkedilmiş bir yatak gibi kirli ve soğuk..."....
...hançer çalap şekil, tarz, jilet keskini ütülüsü püsküller kuşanmış virankeşlikler düşkünü dizeleriyle Atilla İlhan; Nazım Hikmet 'i 'Duvar ' şiirinde harfiyen tekrar elden geçirirken ( Bir ceza Evinde Tecritteki Adamın Mektupları ve sairelerle yine aynı nizamdan hiç sapmaksızın )
"onu bir gece sabaha karşı büsbütün götürdüler / kendi gitti ismi kaldı yadigar bağrımızda / o zaman mayıs'tı yağmurlar başımızda " ........bezeme bulamalarıyla da Yusuf Hayaloğlu 'nu ve daha kimbilir kaç birini aynı kurulu cümlelerin terkine kodlayıp 'Bahtiyar ' eden Atilla İlhan..
Bir başka şiiri ' Cinayet Saati 'adlısında:
" demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu / onüç damla gözyaşını saydım / allahına kitabına sövüp saydım / şafak nabız gibi atıyordu / sarhoştum kasımpaşa'daydım / hiç biriniz ortada yoktunuz "
........satırlarında da kendi deyimiyle kendinden öncekilerin uğradığı duraklardan geçerek...elde şişe , kafada her dörtyolağzına ateş eden volta-sarhoşluk ve o kafayla insana güzel dünyaları müjdeleyeceğini sanan Atilla İlhan...Yalnızca Kasımpaşa' yı değil, Özdemir Asaf'ın 'Altıncı Gün' ünden "Benim söylemek için çırpındığım gecelerde / Siz yoktunuz " laf tekrarlarıyla, kendine bıraktığı hayat açıklarını yenişemediği Kasımpaşa külhanilerine tüm bir ülkeye altın tepsiler içinde teslim edecektir günün birinde elbet..
Ve Can Yücel aynı sarhoşlukta boğum – düğüm 'İn Vino ' Başlığı altında :
" Yağmur kadehlerini kaldırımlara çarptı / Şimdi cam kırıkları içinde, bak, / Sarhoş fareler koşuşuyor" .........etrafında yaşadığı dünyayı gözlem altında tutarken, aynı kırık dökük sarhoşluklar içinden zar zor ayakta duruşunu ayıklayıp dik tutmaya çalıştığı zil zurna şeylere 'Sevgi Duvarı ' adlı şiirinde :
" Senmiydin o, yalnızlığın mıydı yoksa / Kör karanlıklarda açardık paslı gözlerimizi / ilimizde akşamdan kalma bir küfür / Salonlar piyasalar sanat sevicileri / Derdim günüm insan arasına çıkarmaktı seni / Yakamda bir amonyak çiçeği / Yalnızlığım benim sidikli kontesim / Ne kadar rezil olursak okadar iyi " ......diyen dizelerle şiirin yüz utangaçlığını giderdiğini sandığı ve Nazım Hikmet dolaylarındaki halkalanmaların en uzak kıyısında yeni halkalanmalara ( mesela Cemal Süreyya türeşmesine) hafif kapı aralayan yelpazelenmeler üfüttürerek rezillikse bile huzurluysan fazla söze gerek yok gibileri tamamen zavalılığın..yani ne verirsen acıdan ağıttan onu yutan bir topluma türlüler tazeleyen... Atilla İlhan' dan daha bir uç, Ahmet Arif'ten daha şehirli ve mülayim ve evcil...Ama hepsiyle şarapta, şişede, sokak ortası sermestkeşlikte ortak paydalarara ortak...yanan ışıklar yüzünden düştüğü zindanda satrancını dahi doğru dürüst oynayamadığı sebebiyle :
" Ya'u ne güzel şeymiş meğer karanlık " .........diye, aydınlığın ters tarafına elini ilini mahkum etmiş Can yücel...
Ve Ahmet Arif ...
Aynı nizamı hızdan biraz daha tozu dumana katan kırda kırsalda sürüp savuran 'üstüne gün güneş değmemiş hüznü kılçadırlı yoksulluklardan romantize edip nakşeden ve dolayısıyla da varolan feodal sefillikleri en grift yerlerinden besleyen acer gıcırlaruyla Arif...
'Sevdan Beni' de :
" Aç kaldım / Susuz kaldım / Hayın, karanlıktı gece / Can garip, can suskun / Can paramparça / Ve Ellerim Kelepçede / Tütünsüz uykusuz kaldım / Terketmedi sevdan beni. " ....dizeleriyle hep o sürekli insanına küs bilindik kucaklara sarılmadık, huzurlu beşiklerde büyütülüp avutulmadık yeri yurdu belirsiz ve dünya yüzü görmedik meçhul sevdayı, açlık susuzlukla terbiyeleyen galu- belalı can vergisi sayar gibi..ve sevdayı TÜTÜN bedeline eşkoşarak...
'Akşam Erken İner Mapushaneye' de Nazım Hikmet'i en az iki boy daha salkımlı sarmaşıklı buruk kırıklardan acımtırak edilmişlerle özeyip bezeyen..
Hani daha bir buyruğa tabi ilişkiler yumaklısı..hani daha bir hoyrat harmanlardan esip tozarak Nazım Hikmet' in kurduğu tutuk evini daha bir yöresel post ve kilimlerle dayayıp döşeyerek, kavgalı gürürültülü, dövüş-çekiş ahbap-çavuş harçlısı meramlara merak salan; bugünü dünle, şehiri dağla, doğuyu batıyla elçeken herr-i merce insan uyarlayan cenkleşmeler filanlarla Arif......
" Aynı korkunç sevdadadır / Gökte bulut dalda kaysı / Başlar koymaya hapislik / Karanlık can sıkıntısı / Kürdün gelinini söyler maltada biri / Bense voltadayınm ranza dibinde / Ve hep olmayacak şeyler kurarım / Gülünç acemi çocuksu........Vurulsam kaybolsam derim / Çırılçıplak bir kavgada / Erkekçe olsun isterim / Dostluk da düşmanlık da / Hiçbiri olmaz halbu ki...." ......diye koya atlı ciritli nere gittiği, nereyi topuklayıp nalladığı kendi habersiz keşmekeş..
Hasretinden Parangalar Eskittim de :
"Ard arda kaç zemheri / Kurt uyur, kuş uyur , zindan uyurdu / Dışarda gürül gürül akan bir dünya / Bir ben uyumadım / kaç leylim bahar / Hasretinden parangalar eskittim / Saçlarına kan gülleri takayım / Bir O yana Bir bu yana..../ ........nakışlamalarında yine, şiirin başlığını ve ' kan gülleri ' sözcük devşirmesini bir yana koyyarsak eğer; buyur al sana Nazım Hikmet ' in herhangi Mapusane şiirlerinden birebir güne uyarlanmış ve sağı solu tamirden geçmiş tıpkısının tekrarı saplantılarıyla mezarlık mermerinden kalıntıları kazır cinsinden....
Ve hırçın görünümlü dursunlar diye fiilleri kırbaçlayıp kan ter içinde koyan tavrıyla da günümüzün Hayaloğlu Yusuf' u ve Murathan Mungan' ı gibi birçoklarına da bu çok yürünmüş dayanıksız yollar iz düşümü diğer beşbenzer sağlam şairleşmeler serisini aynı oluklar akıntılı hayranına yeni halkalanmaların uç uç kıyısından el veren Ahmet Arif...

Ve Cemal Süreya...

Ayakları Türkiye'de, aklı Fransa'larda gezen...Fransa'ya uğramadıkca ilham kafa demini bir türlü bulamayan...Yaşadığı ülkeyle, yani kendi öp öz yurduyla ne etlisi ne sütlüsü hiçbir somutlukta el izi, ayak tozu sanki veba bulaşacakmış gibi dokunup ilişmekten ödü giden..
Hep kendini kimsenin aklının ermediği gizli dehlizlerde ya da kimselerin ölse ulaşamadığı gidiş gelişi belirsiz doruklarda Zeus'un tılsımlısından teki olduğunu sanan düş uzağı tarifsiz uykular döşeğnde temeli toprağa basmayan sürreğel saraylarda Cemal Süreya
...Herkesten çok Fransa'yı , herkezlerden öte Fransa eksenli kültürlülüğün odaklandığı batıyı bize şırıgalayan beyaz gömlekli insan tamircisi gibi poker-volta, kafası dumanlı gece ayinleri mistiklerini filitresiz aktaran en son ayar dalga titreşimli Tanzimatçı ve ressamcılık işinin bizdeki Salvador Dali şiirsel kopyacısı Cemal Süreya...
" Biz eskiden de en aşağı böyleydik senlen /Bir bulut geçiyorsa onu görürdük / Bir Minarenin keyfine diyecek yoksa onu / Bir adam boyuna yoksulluk ediyorsa onu / Ne zaman hürlüğün barışın sevginin aşkına /Bir cigara atsak denize / Sabakadar yandı durdu "... ..dediği satırlarla bütün kişi ve kimliğinin kendi kafa kağıdını kendi çıkaran...
Evet Cemal Süreya aşkı, sevgiyi, hürlüğü ucundan zehrolup yutulan afyonların yakıp yıktığı tütün duman boğulmacalarıyla yakıp, yıkıp, sonu nereye varır zerre payı insanlığını işin içine dahil etmeyen düşüncesizlik bunaklığıyla... Kendini eninde sonunda bıkarak talan eden, ettikce de tüm molozunu denize yükleyen...
Varın siz sorun gayrı İstanbul başta olmak üzere tüm bir ülke niye böyle felaket felaket olup, bütün taşınmaz kirini dışarı kusan ve yaktığının yıktığının karşısında poz verir gibi seyre geçen insan bunaklığına nasıl yüreğinde yer açıp, asıl barınıp gıdalandığı besin kaynaklarının akıntı kanalları nereli olduğunu...Cemal Süreya ..insanı camsever vitrin arkası şehirlik, insanlığın barındığı hayat birikimini ve bütün folklorik yanını ' piyasada iş yapmaz modası geçkinlik ' olarak yumuk gözlerle batıklara borsalayan... fazla söze bile gerek olmayan zatı cenab-ı muhterem şairliği istemem ama yan cebime koyana yok demem özetine laflar diyen...Cemal Süreya....

Ece Ayhan dersek...

Daha bir çeki düzenli Cemal Süreya perdelerinden satır aralamanın ileri aşaması
Mor Külhani' de :
" Kendi kendine çalan bir davul zurna / Sesini duyunca kendi kendine güreşmeye başlayan / Taşınır mal helalarına kara kamunun / Şeye dar pantolonlu kostak delikanlıların şiiridir / Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler .." ....Ece Ayhan...daha bir soyut...kıvrımlı gizemli ve imalar bulgurcuğunda diyeceğini bir türlü diyemeyen yoğun şekilsel, bulanık yüklü ve dolaylı ve dolambaçlı...Nereye sündürsen oraya değen kıyısı olmayan ve gün yüzünü görmeyen bulanıklara kıyasıya darplı ve içsel...
Ve Gülten Akın;
Siyah beyaz arası grilerle kendine bir yer bulmaya çalışan Aynı adlı Siyah – Beyaz Şiirinde, !Beni dünyadan ötelere götürdün / Kollarımı bağladın dur dedin / Tuz kokan geceler dur dedi / Durdum bekliyorum, gelme "....yer mi- gök mü, var mı- yok mu, olsun mu -olmasın mı bilmecesinde siyah –mı beyaz mı..? diye sormuş bulunup...Gri olana gelme diyen Gülten Akın...

Ve Ümit yaşar Oğuzcan....

Ben sevdim o zalım beni sevmedi acıyorum...ağlıyorum...inliyorum..ölüyorum...sürünüyorum...Derli topluluğunun Nazım Hikmet ' ten..Can Yücel'den.. Cemal Süreya' dan...katıp karman edilmiş afilli laflaşmaları bütün çıkış yolları tıkalı Türkiye güncesinde işini gücünü topyekün kapılıp gittiği sokaklar ortasında kımıltısız uyutup uyuşturan çok intizarlı, birçok ahlı vahlı yalvar yakarlı günümüzün heryerde her an hazır ve nazır insanını mayalayan;
Kapılardan içeri girip onunla aynı acılarda kızılca kıyametleri kabullenmezse kendini köprüden..apartımanın yüksek katından...sahil kenarı uçurum yamaçlarndan intihara kaldırıp atmanın binbir çeşit şıkır şıkır işleyen atölye sahibi Ümit yaşar Oğuzcan.
'Üstüme Varma İstanbul ' da :
" Sana geldim, içim ümitlerle dolu / Beni sarhoş etme istanbul, ne olur / Birgün ben de erririm caddelerinde/ Çürür kemiklerim adım unutulur....Ezilmiş ellerim arasında başım / Bu yeryüzünde başka çarem kalmamış / İşte gelip kapına dayanmışım / Karşında yıkılmış bir duvar gibiyim / Beni sarhoş etme, başım dönüyor / üstüme varma istanbul kederliyim "....derken ve sızım sızım sızlarken öldüm bittimlere..
'Bir Akşam Getir Bana ' da :
" Zamanlar kalleş şimdi herşey artık bir oyun / Manzaralar hüzünlü insanlar ağlamaklı / Bir akşam getir bana gizlice ve saklı / saatleri birer bire dudaklarında sun...Günler ; şimdi kırık bir cam parçası boyalı / Gel dinle, telleri ses vermiyor ruhumuzun / Biz bu şehrin gürültüsünde kaybolalı "
.......Nasıl işse Oğuzcan ' ın ...? Hem ruhunun telleri ses vermeyen..hem şehriyle birlikte kayıplık..hem gizlice o harabede sağ salim sevgililikler getirecek olan yerle bir depremik tutukevi...Yazıktır ki bu nerden nereyesi çok havalı üzgünler ezeyip bozan çatlak akıntılardan çerez gibi yedi tüketti insanımız..O yüzdendir şimdi o bağımlılıktan asla kopamazcasına , başka söylemlerden de azad ve anlamayacak derecede hayatın sicilinden silik-alık kopmuşcasına ezgin ve bozgun..
Sadece tebrik kartlarında adına rastlanan markalanmış günlerin hazırkalıplısı ve nihayet sonsuz çoğul adlısı SEVGİ' yi, varsa yoksa en yoksullara çerçevelediği insan moduna tekleyen bataklıktaki ben senin şununu bununu ...diyelerle saydığı özellikleri git gide yaşamın görülür yerlerinden uzaklaşan hayale tutsak eden oluk oluk akan örnekli ' Ben Senin En Çok ' ....diyen arzuhalli dizeler...
Denize Kavuşan Nehir ' de :
" Sen varsan dallarda kuşlar memnun / tüm çiçeklerin rengi değişik, kokusu başka " .......kendinden önce ve kendinden sonra o çok bilinen veran bağlısı iş çıkarmalara gün eskittiği ve bağımlılığıyla yaşamı kişide ' sana kul köleyim ' i özetleyen soyutlukla Ümit Yaşar,
'Bekleyen İçin' de :
"Bir ayak sesi duymayayım / Kapıya koşuyorum / Gelen sen misin diye / Yüreğim burkuluyor / Ağlamaklı Oluyorum...." .....aynı tas aynı kurna...
Ve yine 'Belki Bir Gün Duyarsın Diye ' de :
"Sevmek inancım, tutkum en eski / Dağıtsam dünyalara yeterdi bu sevgi / Düşünsene, anlasana ceylanım / Sen yoksan ne farkeder ki / Ha öyle ölmüşüm ha böyle ölüyorum " ..... gibi daha nice gibilerle en kuşatmacı sürünmelerin zavallılığına seri başçılık eden, bugün binlerce müridi sayılacak derecede ondan kopmaksızın söze kalem batıramayan kör damarlı, boğunuk , elemkeş, acınmak sızlantılısı, berbatları afyonluk....solgun seslere satırlar sıralayan Ümit Yaşar Oğuzcan..
Ve Yusuf Hayaloğlu ...Sert havaların Hikmet Nazım ve Arif Ahmet arasına biraz Ümit yaşar..biraz Cemal Süraya süzülümlerinden çok şarap, bol kızdığını belli eden afra tafralar serpip, bol sosyal söylemli cümlelere kendini gizlice özneleyen gösterişli sözcüklerle satır hanesini döşeyen vurdu kırdı- tüfek- kama-iz - pusu ve tabancalı duellolar haysliyle Hayaloğlu..
' Kim Susturabilir' de :
"Biz ki her yangının külünden / Diri canlar yaratmışız / Biz ki mazlumların defterine / Kanlı resimlerle sıralanmışız "......dediği satırlarda bahsi geçen biz-siz bilmecesinde sanki zalim kralların kapısını türküsünden vazgeçmeyenlerin çocukları beklemiyormuş yanılgısıyla Hayaloğlu Yusuf...
' Kod Adı Bahtiyar' da :
" Rasltadım avluda hep volta atarken / Cigara içerken / yahut coplanırken ".....Arif-Nazım sürekliliğinin sanki askerlik yapmayana kız vermesinler tarzı.. mapusluk olmadan hayata dair sözü olanın geçerliliği sayılmaz gibi....
' Yağmur İçen Kız ' Atilla İlhan 'ın birebir 'Jilet Yiyen Kız' ının tıpkısının aynısı sadece başlık değişik ve 'ben yazmış olsaydım imrensinmesi' nden boşu boşuna mürekkep harcayan...Yoksul Türkiye sokaklarına düşmüş kadın halliliğin yanlış evlere yuvalanışına atfıyla...
' Baş kaldırıyorum ' Yine Nazım Hikmet ' in ' Ben bir Ceviz Ağacıyım Gülhane Parkında ' sının laf uçlarına biraz halk..biraz tüfek ve süngü ilştirilmiş haline temize çeken Hayaloğlu..
' Neylersin ' de İleri aşamalı Ümit Yaşar Naçareliği ve ince Öğütülmüş Nazım-Arif bezemeleriyle
zerresini ziyan etmediği aynı karışımdan acı- zulum kokteyilleri çalkaladığı ;
' Dokunma Yanarsın ' da :
"Saati ayrılığa kurmuşum ......İçerim felaket.....Kurşunlara geleyim istiyorum / Ölmek istiyorum sevgilim / sağ kalırsam affet....".... .......intiharlayan Hayaloğlu zehir zemberek saçan zıkkımdan çok yüklü arabesk ambalaj..
'Neylersin ' de :.
" Birgün, bu mahsun sevdadan geriye / Kalırsa, sadece hüzün kalır.. / Sende anlarsın ki yapa-yalnızız/ Buluşmamız yasak / görüşmemiz uzak....Biz Zaten hiç bir romanda / kendi hayatımıza rastlamadık ...." ve kiraz ağacında gömleği yırtılan...ve hayatına hiçbiryerde rastlamadığı aşkları küsüşünce ' Kafasına sıkıp giden ' Yusuf Hayaloğlu...

Aynı seyirlerle özenmiş bezenmiş kulvarın daha bir romantikçesi Murathan Mungan;

Hayatı baştan sona sinema sandığı karmakarışığı neredeyse bütün şiirlerine öznesi belirsiz mişli rivayetlerden güz ezilmişi derbeder hasatlar sunar gibi, altı acı maya soslarına dayalı çöküntülerinin üstüne biraz daha fazlaca kalınlıkta dayanıklı pırıltılar döşenmiş ve kentin manzarası bozuk yerlerine ayağı uğramayan kumsallıklara şarap manzaralı fener alayları asma işini esasla. Onun da bir şiiri neredeyse bütün yazdıklarının özetidir...

'Parçalar ' da Mungan :
" Parçasından anlamadığımız filmler / parçasından anladığımız bütünler / Parçasından anladığımız hayat / yaşanmaz, geçiştirilir ..Beyaz perdeden geçerek çıktığımız sokaklar / çıkmadıkca sandıklarımızdan / kendimize yazdığımız serüven.....Uzun bir bekleyişten sonra / eşiğine vardığımız / umduğumuz / bulamadığımız....Gözleri bağlı geçtik şimdiki zamanları ...işte onlar toplanırlar birgün...tutuklar bizi anılar..bir intikam gibi bulur yerini..yaşamın omurgası dağılmış kurgusunda/ kırılır som hayaller..ama filmden kalan gözlerimiz / alışır çiğ ışığa..." .........hayal kırıklısı, kabus uyanıklısı..şaşkın..afal...ışıklandırılmış karanlıkta kayıp...Mungan ,
'Gelme' de :
"Çarşılar avuçlarında aykırı / Sokakların lisanı adımlarında / Gelme / geldiğinde herşey yitiriyor kendini " ..............derken Gülten Akın ' la aynı başlığı ve tıpatıp örtüşen aynıysı yakınlığı laflarla aynı konu ve aynı bitik batıklığa boy veren..
' Lavanta ' da :
"Ordadır uyuyan bir namlunun sessizliğiyle / günün sahanlığına / dudaklarının arasında bir ot / bir ıslık / İz bırakmaz sisler gibi geçer ağaçların arasından / varır kendini derinleştiren uçurumlara / ordadır bir devin tavşan uykusunda / Aklında kımıldayan otlar, ağaçlar / Düşünü düşürdüğü sular / Yüzünü bıraktığı sular / Almamış zaman kalmış kireç altında / çelimsiz bir kabuk bağlamış yarası / ki ne zaman çarşılara çıksa silahsız / onu vururlar ....".......hani eskisi eli silahından gitmeyen delikanlıca bir eşkiya, şimdisi ettiği eşkiyalık yamacında rezil malamat gişe kıranların seyri sonbaharlık filimleri sinemacısına acısı kara-borsalık biletler kesen Mungan...
' Sözler Yaprak ' da yaprak düşüren ağaçlardan şiir topluyor...karanlığa kendince laflar sayıklıyor uykusunda...Sonra bu sayıklamayı alıp baştacı ediyor...
'Otuz Yaş ' da Bir çeşit Cahit sıtkılamış ve her şiirinde bir ötekini tekrar eden ışıl ışıldaklı sözcükler örtüsü altında o bilindik derbederlikle :
"Daha vakit var diye / dönüp de bir gün / Kaldığımız yerden, hepsini birden / Yaşarız sandık / oysa emanetmiş bizim sandıklarımız...."
' Ketum' da, 'Karanfil 'de, Omeyra' da, 'Yaz Sinemalarından' da....' Telli Telli' özetiyle birçoğunu bire özetleyen :
" Telli telli şu telli turna / Sanmaki yaralı uçmaz bir daha / Takılmış kanadı göçmen buluta / Anlatır eski beni şimdiki bana............Sakın çıkma patika yollara / O dağlara / O karlı ovaya / yenik düşüyor herşey zamana / Biz büyüdük ve kirlendi dünya....."............çıkmazına saplanıp kalmış ve adresi belirsizliğin zaman mıdır..? İnsan mı ? Mekan mı.? Bilemeden olduğu yere yığılıp kalmayı insana afişleyen ve kendini hayatın küsleriyle kenara çekip ...bazan Hikmet, Arif, Süreya karışımı 'Umutmadık' tellerinden yaldızı sırmalı nameler sıralasa da...Asıl meramı 'Telli Telli' ve 'Terastaki Avlu' yaşam darılmacasına kurgulu buruk ezik insanı kendinde mapuslayan Murathan Mungan...

Bu ve benzerleriyle sarsa sarsıla, sürekli sallantılı bir evin birbirinden açık kalan gediklerini tamamlayan bizdeki şiirden romandan durmadan defter karalayan yazın seyri, gittikçe daha dilden hasarlı, dağarcıktan daha bulantılı, algıdan daha zavallı ve bunak; çölsü verimsizliklere tepesi takla giderken...
Ben bu yazıda elden geldiğince örnekleyip özetlemeye çalıştığım ve tek yabancı kelime kullanmadığım başlığın meramını umarım niyesine yeterince katkı sunmuşumdur.
Yine de konunun anlaşılmayan tarafı varsa eğer...İşte benim de iletmek istediğim nokta orasıdır zaten. Kendi adına varolan dil öznelliğinde, kendi adına varolan tüm yaşam değerlerini kullanamamanın hıncında haşat olunmuşluğun sizi size bırakmayan kör-kütüklük noktası.
Bugünün dünün kendi zamanına bile kifayetsiz mezar taşlarından okuduklarıyla hayatın diriliğini mezar mezar susarak ayakta tutmaya çalıştığı tortular yığıntısında, Mevlananın " Dün dünde kaldı cancağzım, bugün yeni şeyler söylemek lazım" özdeyişine ben tümüyle katılmamakla birlikte, bu tür tekrarlarla dünden daha dünleşen ve kendi aralarında ' körler sağırlar birbirlerini ağırlar ' kalıbına kilitli adını sıraladığım örneklerden hurda kırıntıları toplayarak şaşı-topallıklar modelleyen Milli-muhafazakarları ve onlara eş 'al öldür beni...sensiz geberiyorum..kulun kurbanım olam 2 türü beterlikleri örnekleme ihtiyacı bile hissetmeksizin...
Sözü bitirmeden evel bilirsiniz belk bu şaşkınlığı özetleyen fıkrayla;

Gecenin en kör kütük bir yerinde koca eve gelmiş. Karısında top atsan duymayacak uyku derinliği. Yatağa girmeden önce zaten eve zar zor kendini atan adam tuvalete iyce sıkıştığından gitmiş ihtiyacını gidermiş.O ara nasıl olmuşsa uyanana karısına :
_" Karıcığım sen bir harikasın. Ama tuvaletimiz de harika olmuş. Kapısını açınca ışık yanıyor.
Dediğini duyan karısı :
_ " Seni rezil herif. Yine mi buz dolabına işedin be adam...!

BÜTÜN BU YAZDIKLARIMA ÖZETLE :

İçeriğiyle özdeşmeyen hiçbir belirti kalıcı devamlılığını sağlama şansına sahip değildir. İnsan hayatı adına milyonlarca kalabalıkları içinde barındırıp ekmek su gibi en hayatilere kaynaklık edecek olan herbir zenaat-sanat , iş kolu, iletişim dalı gibi insan dili de kendine kaynaklık edenlerle en sağlıklı gözelerden damarını bulmalıdır.
Yani edebiyatın bütün direklerinde tutunduğu sacayakları gibi şiir de, nasıl ki bir insanın alıp vermezse soluduğu zehirlenmeler sonucu dumanaltı olan nefeslerin can çekişmesine eşit; bulmuşsa eğer insanı büyük özlemlerle kucaklarına sarılacağı hayata yöneltir bulamamışsa canından bezdirir konuşmaya üşendiği diliyle sisli düşünceleri arasında..anlaşılmaz..uzak..soğuk..donuk buz ve taşlaşır kalır.
O bakımdan yalnızca süsleyip püslemekle kendini algılayan donuk duyumdan, çok piyasalar kasıp kavurmanın şık, görsel ve sükseli laflar birikintisiyle kendini vazgeçilmezin amansız katipliliğine adaklamalar; aslında hem şiiri, hem insan dilini, hem de insanın hayatıyla arasını açıp, aklından; vicdanından ve bütün diğer duyarlılıklarından koparan çürüğe çıkartmaların harcını karıp hamurunu yoğurmaktadır. Böylesi damar tıkanıklısı dert sahipliliğinin, hayatın hem de eli derde derman olacak iş tutanlarının gün gün azaldığı kıtlıkta bütün evcillenmiş ocaklarını söndüren boğulmuş bunalmış bu denli kirli kan tıkantısının sokaklarına illet salgını çoğaltmaktan başka ne işi olabileceği düşünülebilir ki ?
O şehri viranedir ki, dışı ışıl ışıl yanan uzaklığın kamaşıklığında insanın aklını başından alan, içi bütün zavallılıklara terk hiç birzaman kendini bağlandığı köleliklerden kurtaramayan hayatını feda etmelerin birbirine elveren arkası kesilmedik piyonlarını üretir. Bu yönüyle günü vakti yürüyüp dillenen çocuk kendini duyuramıyorsa, ya da duyuruyor da ondan evvelki kendi arızalı dünyasını üste başa kusan duymaz işitmezden geliyorsa..o konuşup dinlemeyen DİLSİZ- GÖNÜLSÜZLÜK ; yarın tamiri mümkün olmayacak engelliler ordusunu üretir. Bu bakımdan bu derinliği çok ciltler luzumlusu açmazımıza ben; bütün yürekliliğimle piyasada en kıyamet tükenenlerden örneklerle karınca kaderince eğilip deştim dağıttım.
Ola ki, içlerinde sizlere yön ve ebat –nizam gösterenler vardır ve ola ki belki yazdıklarım bam telinize dokunmuştur..köpürüp kızmışsınızdır...İşte tam da o zaman bu yazı, taşıdığı içeriğiyle anlatmak istediği meramını bulmuştur.
Bütün güzel sanatlarda olduğu gibi şiir de kime ne ilettiğiyle bir insanı yaşatmak veya katletmek cürümünden kime ne ilettiğiyle her düşürdüğü harfte mükellef; her attığı başlıkta kendi hayatını bedel koyan sorumluca bir iştir.
Her yazansa bu yönüyle aslında mahkemesi hiç kurulmadık ya katil ; veya tepeden tırnağa kendini bir güzel yüreklendiğiyle ödeşen insandır.
Sonsuz sevgiyle.


Seyfi Karaca.........Mart / 11

 
Seyfi Karaca4058 şiiri bulunuyor
Paylaşabilirsiniz:
2.5/5 Toplam verilen oy :
Ekleyen Kullanıcı : Seyfi Karaca