Şiir Tutkusu

Menü

Görüşene Kadar ....eyvallah...!

Şehir; yağan karlardan sonra buza buz kesen bir sofranın kıymık koparan damar titreşimlerinde poyraz esitiriyordu. Her düşen lapa canına kıymışcasına buluştuğu kirli ve pasaklı asvaltlarda hemencecik hayatını karartırken, her cadde bir diğerine koynunda saklanacak kuytuca bir ıssız ücrası var mıdır diye bulaşıp buğlanmamış pencerelerden sızacak ışıklara aman diliyordu.
Ne yazıktı ki, Medreseler...kaleler...kuleler...burçlar...bedestenler..hanlar...hamamlar...kümbetler..yatırlar ..ve eskicene çarşılar; ayakaltında künyesini kaldırım müsveddesi bahtsızlığuına kayba veren hederde ve kederlerdeydi...Merdivenler inip çıkıyordu gökyüzünden yer yüzüne de, ne dünyaya doğan ay belliydi, ne çavıp çığaran gün, ne ışıklara dolan güneş ne de cemreler belliydi duldalarda savakta sudan toprağa yürüyen...
Sabahı seslenen ilk şafaklar sessizliğiyle birlikte, bir dokunuşta topyekün gözü ve gönlü karartılmış sihirli oyunlara gelen masalların topyekün ahalisi gibi derin sessiz-soluksuzluklara dalmış sersemliğinden uyanarak, ana şartelleri açılmış bir feryadın dağı taşı saran sarsıntısıyla yikinip yola koyulan kalablıkların hepsinin gittiği yer aynıydı sanki...gözü kapalı, ruhu baygın, aklı çelmen, fikri caygın...ağulu buğdatylardan nasip toplayan aç kuşlar gibi çarşı bazarlarına cinnet cinayet tüneşen...
Bir meydan vardı varolmasına lakin...Herkesi girdap girdap içine alan yutkun ve kızgın katran kuyular gibiydi kırıp döken çalkantılarla...bir giden, bir daha geri dönmelere elvedalaşıp asla iflah olmuyordu irkilip sızlayan siyatiklerinde dosdoğru nabızları yoklayan damarlarda doğrulup dirilerek hal hatır sormalara kendi kendine.
Sağırdı çan...çaaaaal çaaaal çal..insana işlemiyordu doğru düzgün saat. Yan yun çarpıklaşmış viranesinde her adım başı büzük, üzgün, kifayetsiz bir mastar haliyle kalıbını çatlatan anlamsızlığı fiil eden faaliyetsizlik...Durmadan bela ve şer yığıyordu sefil başına gökleri delen apar-topar tumanlık...Arsız hırsızdı an ve mekan. Kaçak köçek ve saklı akçeler hesabıydı yeraltı sıvışım. Faturası insan kıyımı hesabına defter dürüyordu yavan yaşık yılgın yövmiye...Herkes herkese yabani, uzak yahut haramdı..
Çektik aldık bu dolambaçtaki nehirler boğumunda çarkı revan dönen değirmenimizi. Tuttuk poyraza vurduk yolu. Yolboyunca kar ...buz...ayaz...şiddetli fısıltılarıyla içerden esenlerini deli ateşlerde koryanan sıla hasretiyle dopdolu nefes..Bir solukta dağları dağlara koştuk. Eski küheyan hatırasında kınalı at arabalarının çamur yağmurlara bıraktığı yadigarlıktan iz bulduk düne, evvelsi güne...
Kayıp ırmakları aradık büyük su birikintilerinde. Köprülere kulaç gerdik acep hangi tepelerin ardında bulutları bölüşüyor diye derin derelerde gizlenmiş köyler...kırsallar. Daha yukarılara sürdük izi...daha yamaçlarına vurduk ayazı ve soğuğu....bağrımızda varıp görüşmenin bizi sarıp sarmalaya yakışı...Menteşeyi gördük uzak kavacıklardan. Ataöyüne vardık...Kilitlendik dağlara dağlara ..dağlar üstünde burcu bağı dillere destan köyler güzellerine...Abiliğe baktık...Örtülüye döndük...Abdal pınarlarında saplandık , şıvgın yeldiren kababaşlarla duldalandık içimizdeki görmek görüşmek arzeden divanece hevesi.Öylece suskun ve sessiz...Alnımızda poyrazın ayazı sızııııım sızım sızlıyordu, diyesin ki bizde beter hasretle...
Köyü vardık kucakladık. Deliydik. Bir baştan bir başa dörtdolandık dizboyu kışta kıyametlerdeki tozdumanlarda. Garip, kolyeleri yakuti gerdanlar koparan inci mercanlar saçımı ilmek üzgünleriyle, apansız bir baskın yüküydü omzumuzda asılı kalan. Ammanzız bir çığlık sesleniyordu heryeri ve heryönü kuşatarak yayılan kimsesizliğin derinlerinde bıraktığı kop koyu sonsuz bir sessizlik çöküntüzü vardı heryerde. Ören duvarlarda sahipsiz rüzgarlar ağlıyordu kapısız ve bacasız. Uçuk damlardan kar birikintileri çığ, çığ, çığ.. yıkılıp dökülüyordu yolu izi bellisiz sokaklara.
Sonra ezan okundu akşam akşam bir vakit...Herhal yeniden gitmeye yakındı halından habersiz kopuk pusula.Vardım ki kimsesiz evde yarı yanık bir soba...Erkan odun közlüyordu alevleri tavana vuran ateşe. Isındık biran ılımış harında tüyün teleğin.Sanki turnalar gelip gidiyordu her havadan esen şu çağrıya.Yamaç dağlardan yeni kar bulutları yikiniyordu..Muhtar vahdi' nin kapısını çaldık. Hoş..beş...sımsıcacık çay ve görüşmenin sevincine ortak gürül gürül yanan odumuz ocağımızın hatrıyla..
Her ne kadar gidesimiz olmadıydıysa da...geldiğimiz günün aksine aldık düşürdük karlı kışlı yolu yeniden..Dağlara düşürdük yaman yönü, ayaza, vurgun butrgun ve yorgun hallere...Herçareden sıla diyip, yeniden görüşmek dileğiyle içten ve içerden yeniden ve yeniden sevgili Menteşe'yle....
Kimbilir...ne vakit ve nezaman...? Bir dahakine kadar Eyvallah...!
Ve Soğuk günün sıcak ve samimi aralanmış kapısında bizi kucaklayan sevgili Vahdi'ye ( Menteşe köyü Muhtarı ) sonsuz teşekkürlerimizle...


Seyfi Karaca........Mart / 12
Seyfi Karaca4058 şiiri bulunuyor
Paylaşabilirsiniz:
2.5/5 Toplam verilen oy :
Ekleyen Kullanıcı : Seyfi Karaca