Şiir Tutkusu

Menü

Frengisiz Kapı, Frensiz Şarampol

" Serdar dayının bakkalı vardı o zamanlar. Bizde para yok ama, tapa tapancasına pek meraklıydım. Birgün, kitaplardaki kağıt paraları makasla kestim. Belli olmasın diye üst üste yapıştırdım. Alacakaranlık vaktini seçtim. Serdar dayı da elinde gözer ile ahırdaki hayvanlara saman vermeye gidiyormuş ; 'dayı babamın selamı var. Şu parayı alacaksın; bir paket birinci, bir de tapa vereceksin ' dedim.
Dayı parayı aldı. Evirdi. Çevirdi.Anladım ki, beni benzetecek. Ben hemen tabanları yağladım ama o, elindeki gözeri arkamdan fırlatıp ' vay....' dedi. Ucuz atlatmıştım. Babamın tabi bundan hiçbirzaman haberi olmadı."
Yukardaki yaşanmışlığı anı sahibi sevgili İsmail Kösem gene böyle bir yazıya ilişkin adından bahsettiğim ve ismini anmaktan ömrümce ölümsüz huzur duyacağım sevgili yurdum MENTEŞE güncelerini derleyen değerli ' dünden bugüne Menteşe ' adlı kitabında dile getiriyor.
Bu anılara ilşkin bana da ve tüm o günleri o haliyle rast giden herbir çocukluğa da haddi hesabı tutulmayan güzellikler dizisi yaşattı bu diyarlar.
Toprak sağlamlığı ve insan sevinci duyarlılığında kavim kardeşleşmelerin, o günlerinde, aşağıda, Adanalı zurnacı emminin yarı kahvehane yarı bakkaldan, ortadaki pınarın bir yamacında Arap Memet emminin bakkaldan, pınarın öte yamacında Deliahmet emminin yine yarı kahve yarı bakkaldan, yukarıda, kuyunun üst başında Serdar emminin bakkaldan, dör tanesi birden çalışan dükkanı vardı.
Yani o günlerde, insanlar, her evlendirdikleri çocuklarına yeni bir aleel acelelerden de olsa damaltı serpenek kurabilmek için, hüyüklerden kırma taşlarla, bağ gilamadalarından çilpi çalıyla, alaboz toprağı kızğın güneş karşısında yoğurdukları hamurdan, kerpiç kerpiç üstüne sırası hizasınca avlu içinden avluya çıkarak..Hayatı kurtarmaya çalışıyorlardı uzaklarda cin çarpmışcasına dönen hızlı zaman bandına inaden.
Yukardaki geçmişinden bir dilim kesiti aktarılan bu güzellik yurdunun, belki ikinci yineleyişim olacak, bundan yaklaşık ikiyüz yıl evvelki toprağında daimi iskan edenlerin nüfusu yüzelliye yakınmış. Bugünse gününü öğününü yitirip bitrememe tüm bir Türkiye sefalete sürgünlük bahtsızlığı sebebiyle güme gitmekten, şimdiki daimi yaşayanları sayısı, üç değilse..hadi beş olsun !
Alın size ikiyüz seneden beri şimdi yaygarası zırvadan öteye geçmeyen alıp yürümüş olan boydan boya ülkeye satılık megafonlarca tellal edilen çokgelişmişliğimiz...
Gelişmişlikten herhangi bir şeker çağı çocuğun bile anlayacağı şey, babası ayda yılda bir gözüne ilişeceği kayıp hayatların ekmek aş derdiyle günkovalayanlarına gurbet olmadan..
Anası, hergün yeter mi yetmez mi içliğim dışlığım..? Dibi soğuk kazanların karasında zehir zıkıma kahırlara saç baş yolmadan..
Ağabeyisi belki çok uzakların çöl ve kuraklarında hiç arzetmediği bitik ve bataklarda kıyamet kızılcalarına kürek mahkumu düşmeden.. hemen yakınlarında bir yerde, yol gösterici, güven verici, umudun kaynağı ve dost.... yaşıt kardeşi hem arkadaşı hem yalnızlığına kalaba..
Ablası abisi gibisine gözgöze yakını, hayatın geri kısmını tamamlayanı, sevgi burcu bağı. Çocuk, o sevgililik kucaklarında dünyaya gelen çocuk;
Yaşam paylaşımcısı bir ve birarada büyütmelerle hayatı, en gereksinimli ihtiyaç duyulanlarını yerinden yurdundan ZORAKİ çiyan zehri acılarla çok ziyanlı göçe rehin vermeden, yaşadığı dünya düzlerinin en sonuncu evine bir yeni komşuluk daha eklemektir olacağını bilen çocuk; bize bugünkü günden güne her başlıkta kan kaybeden dibe batışlılığımızı GELİŞMİŞ - KALKINMIŞLIK olarak zokkalayan ve asıl işi - bu ülke daha kısa yoldan nasıl zulaya indirilir ? - in üçkağıdını üfürükleyen iktisatçılarına, yüzlerine tükürürcesine neymiş işin esası söyleyecektir.
O günlerle gökten inen dinmesiz sağnaklar gibi hiçbir altyapı hazırlığı olmayan en yakın bazı bazı akan suyu, bazı bazı işleyen trafiği, seli yele kapılsa da bazı bazı barındığı kireç badanalı beton gibi sığındım sandığı binası, günde bazı saatler de olsa şartele çarpılan elektiriği ..filan olan yerlere göç göç sökün olduğunda insan..
Yani eli yetmez, toprak kıt, nufus çocuklaştıkca daha bir çocuk..Can boğaza dayanınca, urgan iplere şelekleyip yıktıkları yükün ara sokaklarında oralı şehir çocukları da, benzer beterden gazoza çok numaralı kapakları biriktriyordu, afyon tadına alıştırılmaya çalışılan Boyalı amerikan şekerlemelerine.
Aslında o şekerlemelerin son durağının neresi olacağını her kafayı yıktığı masada evlenip evlenip boşanan Liz Taylor, amansız sömürü çarkının insanı nasıl hallaç pamuğu gibi üzüldü koptu hayat bağlantısızlığına felç eden ve insanı üreten makinadan daha çok yarıştıran yüksek yağmacı endüstrileşmenin kişiyi hayatından kolayca vazgeçen lince kaldırıp atan James Dien ; ve bu iki kozmopolit karmaşadan kalan eziklerle hınç haşat çıkınca Aynet mi ? Beynet mi ? Nedirin asla karşılığını bir daha bulamayacak olan kişilik bozukluğu saplantılarına ebeden mahkum ve artık paranoyayı epeyce geçmiş darma dumanlılığın tüm ayrışan kapkaranlığına meskeni kuran Rud Hudsun...Kendi hayatlarıyla ödeşerek dünyaya tellal olup bu karanlığa çökeekalan yeri bildirdilerdi.
Çünkü şöyle bir dayatması vardı bu soyguncu zulüm çarkının :
Eğer nufusunda barınan insanlar bu türden eşyalaşmaları kabullenmezse, çevirdikleri çarkın acımasız dişlileri eninde sonunda onları diri diri değirmenlerinde öğütecek, sağ çıkanlarla yolun yokuşuna devam sağlanacak, kendiliğinden ölmez de kötürüm düşenlerse herhangi ıssız bakımsız bir kent tuvalatinin kolezet kapağında bir türlü susturamadığı, ama yenik insanlığına yüksek dozda aldığı zehirle son verecektir.
Ve o öteki sağ kalıp da yolun devamına gidenler, artık birdaha hiç tanış olmazcasına, mantığa, felsefeye, sosyo- politiğe, coğrafyaya, insanca iletişim bilişimlere, toplumsal birlikteliğe, ortak dokuya, tarihe, yaşam seyrine, sevgiye, paylaşıma ve nice insanilerden....Gün be gün soğultup bütün bu yitirdiklerinin yerine içinde ne ararsan var karman çormanlarını koktelleyip anında depeye dikeceklerdi.
Bu yüzden yüksek mesai hızıyla nöbet nöbete vizitelerin düşünmeye fırsat vermeksizin doktor civanımlık ettiği haraç mezatla, bu kusum hiçbiri hiçlik yerine damardan verildi.
Altmışsekiz kuşağı işte neye sürüklendiğinin düz gidişli otoban kanalında bu hiçlenmelerin çaldığı havalarla kendini çiçek çocuk sandı. O çöplükten edindikleriyle adeta yeniden dünyaya doğan sayısı çok Ademmişler ve Havva gibiymişlere donsuz doncaksız çoktan çöplüğe çıkmış Atomar dünyayı hafif kafa bulma dalgalıklarında cenneti geziyorum sandı. Ki her an ve her an daha bir sıfırlaştırılarak tüm dünyaya afişlenip karakağıtla arta kalan el değmemişliklere postalandı.
Bunun bizdeki yansıması her ne kadar siyasal içerikli doluluklar gibi kendini kandırmış olsa da, bugünün yeni dünya düzencileri taa o günden ince eleyip sık dokuduğu bu para-piyasa fetişizmini
sağlı sollu abidiğe oynatarak tekcillemede neye ve kiminle aşık attıklarını çok iyi bildiklerinden, damarına sirayet ettikleri tüm ekonomileri baştan aya satılık ajan-tarikat-işbirlikci ve kişiliksiz güdümlülerle baskılayıp, artık kendine iflahı olmayan yarı sömürgesi kıvamını iyce demledi de demlendi.
Ki, o ülkeleri oralardaki bağımsızlık bu denli göbektense, kurtuluşu gene aksi yöne çark etmedikce, bunların şimendiferledikleri katarların tabi ki de yediden yetmişe herkes sürümceleşmiş peşinesiydi. ( Trafiğini, polisini, çıkmazlarını, sapaklarını, kanunsuzluklarını, asayişsizliğini, geçimsiz yoksullaşmasını, birbirini vurup kıran ayrışma ve bölüşme kalkışmalarını...dur dur kalk talimleriyle buraların yönetip yönlendirdiği dümdüz giden bir otaban sarpası gibi) Hani Fıkrası da var ya :
Kivi de satan manava halim selim bir müşteri yanaşmış. ' kivi istiyorum fakat yarım olsun' demiş. Satıcı afal debil fırdöndü gözlerle ' Böyle saçmalık olmaz adamım. Hiç yarım kivi olur mu.?' Diyişine müşteri ısrarından vazgeçmeyince ;
Yok olur, yok olmazdı da anlaşamayan satıcı patronu boylar.
' Patron depleğin teki tezgaha dayandı, ille yarım kivi diyip tutturuyor. Kovayım mı deyyusu ?' Lafını daha bitirmeden bakar ki müşteri dediği adam, hemen ensesinde bitivermiş. Ama o hiç bozuntuya vermeden...' Öteki yarısını da bu muhterem istiyor ' der.
İşi tatlıya bağlarlar. Müşteri gider. Sonra patron satıcısına ' Ula aferin iyi iş kıvırıyorsun. Zor durumdaydın, yırttın adama karşı müşküliyeti..Nereliydin sen bakıyım.? ' Sorusuna
' Yeni Zelandalıyım ' der satıcı..
Belli ki büyük bir ihtimal, orda da kıvırmıştır satıcı..
Ve birgün tahtı tacı olan ve atını intihar deliliğinde seven biri, seyisine, ' Bu atın ölüm haberini bana getirecek olan seyisin vay haline. Koltuk kelle demem uçururum. Ona çok iyi bakacaksınız. Aman maman dinlemem'
Çok geçmemiş, atlılar uşaklılar bakmışlar ki taç taht sahibinin atı ölüvermiş. Ama herkesin kellesi koltuğundayken kim, kim, kiiim? Diye telaşeyi İncili çavuşa sepetlemişler. ' Olur' demiş İncili,
' Madem iş başa düştü halledelim bari !' Varmış geçmiş devletlünün yamacına ' Ey devletlüm senin o çok sevdiğin katana vardı ya....' .
.' Eeeee ' demiş öteki
' Ahırdan şimdi geliyorum. Yanına yaklaştım.Su verdim içmedi, yem verdim yemedi, nalları da havaya dikmiş öylece gözleri yuvasından oynak bakıııp duruyor .'
'Be sefil sen şuna öldü desene ! ' bağıttırınca devletlü. İncili,
' Billahi tallahi ben demedim bak..! Sen dedin öldüğünü. Keseceksen ceza sanadır.' Der..
Bir kaç gün evvelisi, yıllardan beri bilinçli ve sistematik bir iblislikle Guetemalada ( Her marifetinde olduğu gibi ) uhrevi hastalıkların her türlüsünü oralı insanlar can pahasına ülkede toplumsal düzeyli deneklerle yayan Amerika ( İcat ettiği Penisilini denemeye), lafın gelişine Mister Obamasıyla özür beyan etti.
Aynı zihni kül bulanığı mikroplaşmalar üzerinden neredeyse bütün Yuro bölgesi insanların artık haddi aşkın yaşadıklarını ve bunun serbest piyasa maliyetine kazancı düşüren ziyanlar açtığı sebebiyle yine buralarda da her alanda olduğu gibi ' Varsın ölsünler ' e sağlık alanında da, zulümkar kısıtlamalara gidiyor...
Hani damarına kökleşmiş salgınlar boyutunda pasifize enjekte edilmiş ve bunun tümü demokrat ve özgürleşmelerin dünyacısı gibi ölgüne mumyalaşmış dünlerden el alan altmışsekizli düzen mahkumu kuzu kuzucuklar toplumu diyorduk ya, peşinden Türkiye tarafını sürükletip çekerek, hani dalavere alaveresi bu aralar acaip süs yapan aynı özgürleşmek ve demokratlaşmanın mumyanın da mumyası olmaya..
Her renk sermayedarlarının kimi açık poker ithal şarap likörlü baldır bacak afil, kimi gözlerine kadar bürüncekli badajlara sarınmış Tür(lü) ban (daj) larla sondelediği aşırı sosyeteliğin ortak paydalarında buluşarak..
Tümüyle sevgili Atatürkün " Biz işin yarısıydık. Ötesi sahip çıktıkca sizindir ve sizin hayatınızdır. " ülke mirasını ortak ortağa yıkım hane yurduna çevire çevire...
At çoktan ölmüş halbuki..Seyis meyis ahır avlu ne varsa kemik sallayan zarcı kumara vermiş..
Halbuki kendini padişah sanan sulta, türlü kişilik bozukluğuyla kendine benzeştirdiği refleksleri sönük, düşkün, kul ve kölemenliğe razı, (Cumhuriyet vatandaşlığını kendine çok gören ) beyninden tırnağına boyölçüsünü şaşıran bedenlerle kurulu robotlaşmaların, kullanım makinası gibi tetiğine dokunana hizmet veren kalabalıklara hükmederek..
Sosyo-komin-tariki-milli-mahşeran...Gibi neyse filmin figuranı tarifsiz ..
O kokteylden, çok dilli rüyalar gören terbiyelerden fotoroman çeviren durumuna takılmış..Millet de farkında değil, fırıldağı her iklime uygun kivi satıcısı tezgahçının, uzak yerli olup olmadığının.


Seyfi Karaca..........Ekim / 10
Seyfi Karaca4058 şiiri bulunuyor
Paylaşabilirsiniz:
2.5/5 Toplam verilen oy :
Ekleyen Kullanıcı : Seyfi Karaca