Şiir Tutkusu

Menü

Feriştahsız Fermansız

Bir gün nalı, bir gün mıhı, birgün tırnakları, birgün yelesi , birgün topuk ve toynakları günden güne yaban ve vahşi yaşamsızlık yollarına dökülerek koşmaktan canı çıkmış bir at gibi,
Hayatı tutan dizginlerini çoktan elden yitirmiş İstanbul keşmekeşliğine eşkoşullu memleket olsa olsa bizimkisi olacak ki...
Altı üstü köy müydü ? Henüz kasaba mı ? İl olmadan gizli - açık taşı toprağı altın gümüş niyetine didik didik tecavüzlere uğrayan yağmalık bal kuyusu petek..Sırma saçlı badem gözlü deniz kızı dilberi mercan mı..?
İstanbulu daha önce her yanını kalın çizgilerle çizerek çok yazdım..Nasıl yazmazsın, ülkenin çarkı feleksizliği ordan dattiri zottirileniyor.
Vergi kaçağı ve kayıtdışı yağmacılarının arayıp da bulamadığı, yılda onmilyarlarca borçbatağı külfiyetinin anası danası ve faiziyle ödeşmek için kıvım kıvım kıvranan, (gariptir ödedikce de dürülü defterdeki açığı arttıkca artan) sıfır yatırımlı ve bol tüketimli topyekün gümrüklere birlik olmuş ekonomik gücü yerle bir, olsa olsa bizimkisi diyen bir ülke...
Nasıl doyuracak sofrasına hacizlik haramından düşen zehri zıkkımı..Nasıl susturacak çoktandır üstünde özenle çalıştığı insazlaşmaların kırk yılın başı ola ki akla gelecek ve çoğu düşünce yeteneğini bile yitirmiş kimi soru ve suallerini..???
Dizi dizi gününü geçirmeksizin saat başı cambaşı yaptırılan afyonlaşmalarla, borca alışveriş dürtüsünü bağımlı kılmakla, aklını fikrini soyup soğana çevirmekle (Hepten örtünen ve hepten açılanları aynı zindana tıkayarak) elbette.
Ki onun bunun ithal piyasası nerde ne zibili varsa, çokkatlı, şık ışıklandırılmalı, klimalı ve kaymak gibi gıcır gıcır fayanslı alım satım dükkanı vitrinine çevrilen memleket gibi bizim memleket; insanlarına aldık yürüdük ilerledik geliştik ahmaklığını tedavisiz hap niyetine yutturulabilsin..
Şeyh Edibali insanını hayatın merkezine koyan, ona sımsıkı sarılan, bir, beraber, kendini herkes; herkesi de kendi bilen, adil ve paylaşımcı toplumsal geleneğimizdi....Ne yazık ki Fatih'in fermanıyla son buldu.
Çünkü bu o fetihten o fetihe koşmakla sınırboyları daha bir güvensizleşen ve içten içe çok uluslaşan imparatorlaşma eğilimi o kafa karışıklığında hayatı dik tutan ortancalarını birer birer zehri zıkkım etti.
Yerine Taht düşkünlüğü, gösteriş, lüks, haybiyeden geçim..vesaireleri takaslayan bu vaziyet, hem insan gücü, hem ekonomik hem de siyasi - kültürel zemin olarak kendini besleyecek kaynaklar da bulmak zorundaydı.
Sekbanlık kuruldu, devlet artık her gelenin kapısına üzüm sepeti yıkacağı yer olmadığı fermanı ilan edildi...Venediklilere Arnavut kalelerini osmanlıya bırakma karşılığında kapitülasyonlar verildi (Kanuniden neredeyse yüz yıl evveli )...ve tac taht konusu çıkmazlarında kardeş katline resmen vaciplik verildi....
Timur- Beyazıd kapışmasının hemen arkasından gelen fetret kargaşası bozgunluğunun , kardeşler arasında kıran kırana koz bölüşmesinin verdiği yorgunluktan olsa gerek desek de...
Çok geçmedi Fatih bu katli vacipliliği öz kendi çocuklarında ödedi...
Ve..
'Padişahlık bundan özge olmaz ey şeh-zade Cem
Hatırın hoş eyle, cam iç, meclis-i canandır..."......diye umutsuzca
....."Bu denli dest-res var iken hakı payene
Bilsem niye gerek ola bari bana, bu seyri-sefa " …..diye de Cem'e hüzün yazdıran burukluktan;
Cem'in kardeşi ve yavuz sultan selimin babası ikinci Beyazıd, Napoli'de öldüğü güne kadar Akdeniz korsanlarına, Rodos şovalyelerine, Avrupalı devletlere elinde kendine karşı kaptı kaçtılık koz olarak kullandıkları kardeşinin ölü başı için durmadan fidye ödeyip tarihe kahır günlüğü yazdırdığı Şeyh Edibaliyi terkeden noktadır..Fatihin Fermanı..Ki tanzimatın ilanına kadar hüküm sürdü.
Başlangıçta devşirme yeniçerilerin esaslı örgütlülüğüyle keşif ve sanayi icadolmadan ipek yolu kervan ticaretinden de aldığı pay sayesinde ihtiyaç duyduğu ekonomik ve askeri kaynağı büyük ölçüde temin eden bu Ferman...Adını ikinci Mahmutla 'Gulyabani' ye çıkarıp ortada artık bozgunculuk etmekten başka hiçbir iş görmeyen yeniçericiliği tümden kaldırılana kadar günübirlik yaşantıyı ayakta tutmaya çalıştıysa da...
Aslında hemen hergün insanıyla devleti arasında kapanmaz ara ve örülü duvarlar koyarak..İçten içe saray süslüsü hayattan ilişkisini kesen paranoyaklığa örtülerek gizlendi..
Dışardan ve insanlarından habersiz özürlülükler içinde şa-şa, şamata, vur patlasın çal oynasına zilli tefler çaldırdı, göbek, kalça, kafa oynattı...Şurdan şuraya yerinden bile ne elinini ne ayağını kımıldattı (Şeyh Edibali' nin öğütleri tersin de)
Hergün ve hergün bu dram, en son limitinde vaktini ıskalamış insanını hayatın merkezine koyan (Çünkü bu tarihlerde elalemin Faraday' ı çoktaaaan denizfenerlerinin kolay yollu yakıtını ve mıknatıs etkileşimlerinden nasıl elektrik üretilirin cevabını bulmuştu.) duyarsızlığıyla, eline hasmının tutuşturduğu bir başka fermanı okuyor, ve artık gelen gideni şişleyen 'kardeş katli vacipliliği' travması yüzünden hükümdar olanlar, üstüste kilitli kapılar arkasında ancak banyo yapabiliyordu...Bu hikaye nerde nasıl bitti bildiğinizi düşünerek..
Nato ve Marşal planlı anlaşmalar da yine, "Ey türk Gençliği birinci vazifen...." diye söze başlayan Edibali eşdeğerliliği eşsiz tembihleri pisi pisine harcayan dönüm noktalarıdır demiştim değil mi..?
Aynı hayattan soğulmalarla devamlı kendi kan-revanlığını üreten, devamlı insanını hayatın merkezinden uzaklaştıran, aralara konmuş duvarlaşmaların hep giden geleni aratan borç, takanak, ihmal yığıntılarıyla dününden ihraç- yarınından bi haber vur patlasın, çal oynasıncı...Elalemlerin keyfinden kazanç koparan (topyekün kapitülasyoncu) aynı beyliğim beylik...
Tıpkı oluk oluk akıp istanbulun birdaha dünya durdukca kendi ayakta zor durup, yerin dibine her batışıyla belini doğrultamayacak kadar şirazesinden çıkaran EKMEĞİN PEŞİNDEN sürüklenen istanbullara intihari zorunluluğundan...
İnsanıyla kendi arasına mesafeler koyup…Şeyh Edibali ve sevgili Atatürkün tembihlerini beleşe bulmuş gibi sürüp savutturan o adamı olmayanın kolay kolay önünü alamayacağı güdülmemiş kaygılardan dolayı boyveren haram zıkkımıdır..Aynı derde EKMEĞİN PEŞİNDEN SÜRÜKLENE SÜRÜNE varıp da…
Hani şu günlerdir bizi gündem konusu edip, bu ülkelerin kendi işlediği daleverelerin üstünü foyalamalarının elaltı hazır bulunmuş şamaroğlanlığına yüzümüze gözümüze irin tükürür gibi bizi alaşağılayan SARRAZİN elektrik şoklamaları…
Ne diyordu Hacı Bayramı Veli..?
"Sarkitler taş yontarlar, yonup üstada sunarlar "
Sonra ne diyordu..?
"Bayram özünü bildi / Bileni onda buldu / Bulan ol kendi oldu / Sen seni bil sen seni "
İnsan…
Nerde, ne zaman, ne aradığını bilmiyorsa eğer, ne çırağıdır hayatın ne de ustası.
Hem bu Dünya kimsenin babasının malı değildi ki. İnsan nasıl aldıysa olduğu gibi teslim edecek namusluluğunda yaşamak denen işi bellememişse…Belletemez de kimselere elbet..
Ancak her yüze sırıtanı görünce aradığım bu sanır. Veya durmadan kendi herkese yüz sırıttırır imdadımı bilen gören olur da cankurtarıcılığa yetişir diye…
Kısacası…
SARRAZİN kafatasçısınınki ona verilmiş bir ödevdi. Çıktı kafasına nasıl kustularsa o da onu öyle okudu üfledi (Üstelik bu adam sosyal demokrat senatör iyi mi ?)
Kopardığı gürültüyü günlerce her koldan yayında tellal ettiler. Zaten maksatta bu idi..Genelde böyle olur hep. Bu tür zırvalar ortalığın sosyolojik çıkmaz birikintilerini bir taraftan bertaraf etmenin "vur abalının sırtına" cinsi suçlu tayin etmesinin boşluğunu doldurur..Diğer yandanda EZE EZE ASİMİLE etmelere zorlamanın gelecekteki sertleşmelerine çanak tutar.
Van minitci teraneden daha şu gün oldu da hala tık yoktu..Biliyor musunuz?
Bu ara ben, Nobelcilerden Uneskoya, Alman Medyacılarından Merkel başbakanına, dışışleri Westerwelleye,… Türk Başbakanlığına, Türkiye amiralci basınına ve daha birçoklarına bütün bu aldığı tembihi şaşıran canımıza okunmuş ferman ipsiz sapsızlığıı işaret etsin diye, beş sayfaya anca kısaltabildiğim yazılar yazdım postaladım..
Çünkü İnsanlığadır asıl borcumuz


Seyfi Karaca........Eylül / 10
Seyfi Karaca4058 şiiri bulunuyor
Paylaşabilirsiniz:
2.5/5 Toplam verilen oy :
Ekleyen Kullanıcı : Seyfi Karaca