Şiir Tutkusu

Menü

Burası Kuzey ( ve Hayat Ortası Bir Yer )

Hayat denen bir
gövdeyi sulayıp yemleyen bütün taşıyıcılar, aldığı hasarlar ve uğradığı
engellerden dolayı eli iş tutamaz; uç açtığı yolunda sürüklendikleri damar
olmaktan çıkarsa, için için iltihab biriktirir baştan aya bünye; hasarsa kabus
yüklü cinnete dönüşür.

Yakacak bir yer
bulamayınca, halka halka hükmünü kuşatan  duvarlaştığının duyumsuz kule ve sağlamsız
kalelerini yakmakla dört bir tarafını verandaya çeviren bu "cerahat
akıtma" olgusu, kişinin zaten kendini kendine yük olarak gördüğü ve
yaşamayı aynı öngördüden basitleyen -icabına bakarız.. hallederiz- kaç göç
kovalamacaları arasında tuttuğu herhangisinden  "iş" olarak algıladıkları arasında
küçük bir kırıntısı olarak, ilgisini yaşantısından  resmen İŞTEN 
el çektirir, insanlığına da istifayı anında basıverir.

 Kendini canından bezdiren böyle halli bütün
sallamalar, umduğunu; beklediğini, dilediğini, özlediğini, arzettiğini, kanı
kaynayıp hevesi dal-budaklandığını....artık hayal bile edemeyecek; gücü yetmez;
eli ulaşamamazlığın nefes nefese tıkalı kalanlarıyla, hayatın dışında bir
yerlere biran evvel kaldırılıp atılmak yollu, soluk darazımalarından bitip
tükenmişliğin kırbaçlayan kudurmuş kamçısıdır.

Ressama bakmayın
siz..O istediği ağacı itemediğiniz yere koyar.Siz süs püs istersiniz o
karakalem çalışır.Siz kavakları yeşil istersiniz o inadına çıplatır.Siz
melankolik mimazo istersiniz o bir kova kırmızıyı acımaksızın ve "ressamlık
işi omza ağır düşüp" üstüne gına getirmişcesine duvara çarpar..Altına
döşer imzayı..Al sana nanik..

Eğer insan kendi
kalbinde doğmasını arzuladığı insanı, her gün mü hergün; el bebek gül bebek
kimsenin kundaklamasına uyutmasına el sürdürmeksizin kendi bakımını yapacak
yeti ve iradeyi geliştirememişse, işinin yarısını hovardalıklarına vermiş
ressamın karaladığı dünyasızlıkların eline kalacağı kesindir. Belki hayaline
hayrancısı varayım da cızbızı kurayım deyip söylenirken, ressam, oradaki
bahçelik bağlıkları oralardan çoktan sökmüş..Yerine yelken batıran karmakarışık
bir akdeniz, gemilere yüklenen Marsilyalıklar çizmiştir..

İnsan yaşadığını
ve yaşamayı arzuladıklarını bütün renk ve desenleriyle resolunmuş yüreğine,
kendi varıp oturmadıkca, bütün otobüsler biriki birikiden, içinde biriken
şiddeti kabarmış öfkelerini neresi denk gelirine bakmaksızın boşaltacak
seferler sayan fuzulücü gibidirler adeta..

Mavinler yazıklara
garip oğlu garip amigo; pastacılar tek tadımlık şeker zehirlenmesi glikoz
deposu; mısırcılar patır patır ızgara tüp.. Şişciler; çorbacılar, efendi
menücüler, avangart monşerler.. börek; çörek doldur boşal  çal-para yavrum çal-para cabasına..

Kekeç seyitten
beter olur gider durum..Yaşar mı, rahmetli mi oldu ?  şimdisini bilmediğim, dersini kaynattığından
dolayı yakasından sürükleye sürükleye kara tahtaya sorutturmuştu ya kekeci
ticaret dersini yedekten veren, Kadı burhanettindeki öğretmen...

Doğru ya nerden
bileceksiniz..? Seyit..? Bütün kekeçler gibi türkü söylediğinde daha iyi
anlardık ne konuştuğunu. Seyit..? Hani şu mazeretliyse otuz güne kadar okuldan
uzak kalma hakkını günü gününe ödeşen..Ve her sorana "Dedeminen tarla
ektik..Dedeminen Yonca biçtik..Dedeminen harman savurduk..Dedeminen sap çektik,
saman yostuk..Dedeminen....." gibileri gaydırı guppahlayan; ve birgün
dedesinin okula baskın verip de " Bu hergelenin hiç mi okulu olmaz, sizin
okuldan başka yer mi bulamadı  salgın
hastalık; azgın sel..Ula müdür oğlum, hep sizin okulda mı çıkar bu körolası yangın.??"

Anladınız değil
mi ..Böyleyken böyleden güzel insan sevgili 
kekeç seyit.

Adamcaaz; Ticaret
dersini yedekten veren o hoca nasıl yenildiyse öfkesine. Aslında durgun
denizler kadar da sessiz ve sakin bir insan olarak bildik biz onu. Zaten bir o
oldu. Ondan başka da yine bildiğimiz sessiz sakinliğinde kaldı.

Neydiyse zahar o
günkü derdi, taşıyamadı seyidi düşer kalkar halini.  İnsansın ya.. işte zayıfsın..

Aldı bizim kekeci,
ışığı karanlık  pencereye uzak yanıydı
sınıfın. Altıncı mıydı neydi öğlen sonrası yağmura yakın ders saati..? Bir
toz..Bir duman...Hoca burnundan soluyor, seyit elinin altında kemikleri
kütüüüür kütür ediyor; zaten cüsse ufak hoca iri..Seyit hocanın kocaman
ellerinde bir tahtaya, bir duvara, bir önde oturan kızların masasına, bir
hocanın kendi oturduğu masaya..Süprülüp savruldukca..

 Renkten renge geçiyordu mübarek. Yüzünün
avurtlanmadık kirişi; kulaklarının üfelenmedik kenarı, burnunu yamultulmadık  tarafı ..Döş; dalak, karın boşluğu, duluk..  kureşe, kafakol ve dirsek..

İş bittiğinde
kekecin ütülü yeşil çaket, ispanyol paça aynı renk don..Gömlek-gravat...haldırı
hoplar havası birbirinden bi alaka..Hoca...seyitten de beter tık nefes? Açmadık
kapı pencere bırakmadı, ha bire sınıf yoklama defteriyle kendini yelpazeleyip,
bir koridora yallah,  bir sınıf hucum....Arada
bir yerde bittirdi çıt kesildiğimiz dersi ..

Zil çalar çalmaz
kekeç ne desin...?

"Nnnnn
aa  ssssıl  amma..Nnnaaa sılldı hareket..? Naaasıll
pırttım hocanın elinden..Nnn

Nnnn...Ne biçim
tttteer teerlettim tttttit ttttiiitttrettim  ssooluğunu kestim adamın..???!!"

Biz halbu ki,
eğer Seyit bundan sağ çıkmadıysa..Kesin komalıktır sanmıştık..

İçinde kendi
ışıyacağı güne hevesliliği olmalı insanın.Günün havası ne olursa olsun
(Havasına girip girmediğine bakmaksızın) kendi gönlünü çaldıracağı sazları
olmalı..İster çarşılar 'süpürgesi yoncadan, gayet neresi inceden' desin yahut
demesin..Bir tutam hayat sevincine aklını yitirmeli, ölecekse sebebi aşka
olmalı...Çünkü orası yaşamı birbiri ardına açılan  eşiği ve binası olmayan gönül kapılarının
kimden ne aldıysa mislisince çoğaltan dipdiri devamlılığın ta kendisidir.

Kurulu köşkler,
yerinden kımıldamaz semtler, birbirini kafa sallayışlı selamlaşmalar.

Bu kadar dangır
dungura çok da gerek yoktur sevgili bir müziğin koynuna girip, ciğerden ve
candan.. dahilden gazellerine mest olmaların.. Mintan yakasının nayloncukları da
yeter niyeti o niyetten olana . O bile yoksa evde tas, tava tencere..O da mı
yok?..Dilin de mi yok..? Ya ıslığın..? O da yoksa kendini çalabilenin gönlüne
konuk olursun..Saf; arı duru tane tane anlattığın kadar hatta sessizliği bile
dinleyebilmeleri keşfedeceğin. Bunların hiç birinde yoksan, yukarda
yazdıklarımın yüklemi zayi, zamiri bellisiz..yazıktır..eyvahtırlarıyla
çarkı-gark.. tanığı ve yakınen tanıdığı gibilerdensin.

Hiç anlamadığım
halde o günlerde kentin ikinci büyük hal'i durumundaki kale içinde, meydan
kapısına yakın surların altındaki hasır yastıkçısında, ellerimi kanatıncaya
kadar miz çekip, sırımlara asılıyorduysam da...Yastıkçı gelir..Şöyle bir serçe
parmağını "Bu sefer tamamdır" sandığım teslimata dokunur..Öğütlemiş
gibi yamışır gevşerdi her defasında "Olmamış'a" sallanan, ne kadar
yaparsam tane başı yoğa yevmiyelendiğim iş. Akşam olduğunda ya elli kuruş..Çok
çok olsa bir liraya bereket versin..Günboyu aynı yorgunluğa tel tiftik olmuş sevgili
Hamdi'nin yüreği benim boşa kürek çektiğime dayanamaz, kendi kazancını bana
bölerdi.

Birşeyleri olmalı
insanın..Yarın, hala dünden kalma hiçbirşeyle hakkını ödeşemeyeceği ve hiçbir
pahasızlığa kıyaslayamayacağı..Kendi değer ve ederinde yaka yerinde tahtını
şuncacıktan kuran..Göğsünün hep ondan yana coşup kabardığı ve hiç kimselerin
kolay kolay girip talan edemeyeceği..Çok inanıp çokca güvendiği yalansız; ve
samimi ve dostca birşeyleri..

Ondört onbeş
gibiler filan olsam gerek.Evin tek selvisi bir tek ağacı olan arka avlusunun
maviye boyalı kapısını büyük bir lutufla açar; terzi Ademağanın dükkanını,
muhtarın yamacındaki beşkızların çifte kapılı evini, sınıhçıyı, köşedeki mahle
çeşmesini, yolüstü seyyar çerçileri, leğende çamaşır yıkayanları.. dönü dönmez,
onların sokağına; tavukçu mahlesine doğru salınıp giden parke taşlarının
güvenilir serinliğine elimden geldiğince onun nazlı yürüyüşüne ayak uydurmaya
çalışarak..

Dul bir Ermeni
genç kadınıydı..Hiç evlenmemiş..Hiç de evlenmeye niyeti de yoktu..Karşımızda oturan
ve bütün çocukluk ve erkence- gençliği birarada, aynı sokakta olmaktan
çok...Neredeyse aynı çatı altı insan beraberliklerinde geçirdiğimiz Sita' (Sita..o
kara gözlü, çoğu sevgiye baygın hayallerin insanlığına çirkin el dokunulmamış prensesi,
gözü kara kız..İnşallah güzel günlerin huzur sahibisindir) gillere nezaman
gelse, bize de uğramadan gitmeyen bu güzel mi güzel kadın.."Ben ahrete
sözlüyüm der..Ama isterse bu deli oğlanla evlenirim" diye de bana
takılmadan edemezdi..Ne zaman ki gelmiştir, her eve dönüşünde de bu yolunu
şimdi sizin de bildiğiniz köşe bucaklarında birzamanlar kendinin oturduğu bir
kent saklısını, siyah bileklik taktığım koluma girer, sakar ve utangaç
yürüyüşümün ayak yalpalarında refakatçisi olmamı isterdi.

Sanırım beni çok
ama çok severdi ki..Caferbey hamamına yakın kilisenin hemen yanındaki
sokaklardan birine kilit dödüğünde, yanaklarım öpülmekten renten renge alları
morlara çalardı..

Ressamsız
renkleri olmalı dedik ya insanın..

O
birşeyden..Ömrüne ince demlerine dalgın göl kıyısı hazan bir ihtiyara elimdeki
kendime niyetli elmayı verişim..Teleferikli yüksek çamlıca bir dağın boncuk
satan hatıralıklarından büyük sevinçler paylaşarak, engelli küçük bir
kıza..İçine sığılmayacak güzel insan hayallerinin kucaklar almazında; ama
burada..Birebir kendi hayatının başında..kücük kırıntılardan hatır bölüşüm..

Daha yazacaktım
ama..Dışarda ğüneş ..Biraz da rüzgar..Esmek bundan yana olunca bakın bakın.! Su
herşeyden önce talibi olmuş.Heryanı yangın ve etkili. Ne bilet yanar mı ? diye
bir derdi var; Ne de kaybettiğine kızıp niye beni böylettin
kahredişleri.Sonuçta yağmur olup yeniden kendine dönmeyecek mi..? ..İnşalah bir
sonraki merhabaya diyelim..Ve yarına daha şimdiden merhaba.!.

 

Seyfi
Karaca..........Mayıs / 10
Seyfi Karaca4058 şiiri bulunuyor
Paylaşabilirsiniz:
2.5/5 Toplam verilen oy :
Ekleyen Kullanıcı : Seyfi Karaca