Şiir Tutkusu

Menü

Bulaşkın Beyaz ( Afyon Artığı Sürç-i Lisan )

Yazı yazmak dahil, niye türlü türlü sanatlar eserler insan.? Çünkü Posta-Telefon-Telgrafı hangi ihtiyaç dürtüsüyle kim, niye bulma zahmetini yönelttiyse, o hayati zorunluluğu karşılama mecburiyeti gereğinden dolayı yazı yazmak dahil, türlü türlü sayısız sanatları eserler insan.
Kandil kavramının karşılığını yaşadığı dilin bütün alıp omuzlanan değerliliğiyle dengi dengine buldurabilmesi için, onun çıldırasıya artık bir yerden sonra katlanılası mümkün olmayan karanlıktan kurtulma gereğine tıkanıp kalması ; ve bu zorlama gereğince de kandil yağını bulması, kandil yağından sonra da kandil yağına birlikte canını verecek olan fitili bulması luzum edecekti.
Bütün bunlardan sonra da hem kandil yağını, hem fitili, onlardan evvel tutuşup yanacak olan çakmak taşındaki kıvılcımın gücünü bulup keşfetmesi gerekecekti.
Öyle de yaptı insan. Hayatını ışıklandırsın niyetiyle yaktığı çıranın hikayesini kabaca böyle buldu.
Tekeri de böyle buldu, tekerlemeyi de. Düşüp kovaladığı zamanın ardından tekerlerin dönüşüne göre hususi yollar yaptı. Sonra hususi yollara göre tekerlekler kasnakladı. Sonra bu bitmez ve karşılıklı akıl bulandıran paslaşmaların sonu gelmeziyle, toprağı küreleyip, ormanların boyunu posunu kürelediği çöllerin üstüne devirerek uçurumsul hızlılıkla yollar ve tekerlekler yaptı yaptı yuvarlandı.. demirden, tahtadan, lastikten ve plastikten...
Asvaltı da böyle buldu insan...Petrolü de..Kimyayı da...Eczayı da...Salgın salgın hastalıkları da...
Şimdisi yaşam damarları zehirle bulaşıklaşmış ilaç ve petro kimya deposu durumuna gelesinceye kadar, her ne ezip geçmişse kendi kendini çarmıhlayan hikayesiyle insanın, bahçesinde hayat bulduğu üzüm bağlarını da öncesi yaşamsal ihtiyaçla keşfettiydi insan. Ki, sonrasındaysa keşfettiğini hozana koyan ne kadar ateşe yüklenirse yüklensin namlusu soğumaz silahlara çelikle bileklendiği acılara dayanıklı bağları- dağları bozuk kalın duvarları da böyle keşfetti.
O maksatla gece gündüz mesailendiği kolay ve zahmetsiz ölümler makinası barut ana malzemeli icadını, hayatı ışıklandırsın diye birzamanevveli keşfettiği çırası misali yine kendi eliyle sönrürmek için, adeta parçalanırcasına yarışlar içine girip son sınandığı felaketine her boyutta fark attı. Birbirinin kalbine kin kaynaklı sürekliliklerin kıymık söken saçaklarını filizledi , sürekli ölümle pençeleşmek gündelikli kalıcı kabus ve travmalar zincirledi el-ayak bağına..
Nobel' i de böyle buldu insan..Birleşmiş Milletler' i de.
Buraya ufak bir tırnak arası çeşnisi çintikleyecek olursak ;
Diyarın birinde bir yer vardır ve orda adettendir; yazın gelmesiyle guguk kuşunun ötmesini ilk duyanın kuşun ötmesini duyar duymaz herbir işinin rast gideceğine inanılmaktadır. İki kafadar beygir -semer üstünde laflaşarak ırgatlığa gitmektedir. Tam bu sıra çalılkların arasından guguk kuşu ötmez mi..? Biri hemen atılıp
" Mübarek olsun ..! Mübarekler olsun kuşu ilk duyan ben oldum."
Öteki gözlerinden ateşler saça saça :
" Yok ya..! İlk ben duydum guguğu. Bana hayırlar uğurlar olsun "
Vay sen duyduydun..! Yok sen değil ben senden evel duyduydum derken, işin sonunu nizaha bozmuşlar. Bam, güm, kafa, göz...
Kim kimin neresini nasıl denk getirirse iyce birbirini ağzını yüzünü bellisize benzettikten sonra, araya girenler olmuş, gitmişler kadıya.
Kadı da kadı haaaa...!Ağzı yüzü şapır şupur silme uyanık.
Oturmuş dinlemiş bu iki saftiriği. Sonra :
' Bu dava öyle bildiğiniz hafiflikte bir vaka değil. Ucuz yollu asla olmaz bu iş ' demiş... ve şu karar şu fiyat diye davaya bedel biçmiş. Çıkarıp kuzu kuzu sökülmüşler keseyi kadıya gugukcular. Keseyi çıkılayıp koynuna koyan kadı:
" Toplayın gidin artık eteğinizi, dava bitti. Şu vaziyete bakılırsa guguk kuşu size değil, demek ki bana talihi güldürdü. " diyerek iki ham hayalciye kapının eşiğini göstermiş.
Tüm günlüğümüzü namına kurra çekerek sayısız guguk kuşları hurafeleriyle seç beğen al yazıklarından eyvahlandığımız öz güvensizliğin fitil kandil ateş püskürümündeyiz.
Hani....Karanlıktan kurtulmak için çırasına yanılan ateşse bile, her akılla yönetilemeyen kıvılcım, düştüğü yerde kendi keyfinin başıbozukluluğuna bırakılırsa, önü-sonu alınmayan büyük yangınların birbirini dip dibe tutuşturan silsilesiyle hayata tersinden hakim olur ki, vardığı yer; kuraklık, arıklık, çöllük harabeliktir.
Birbirine yanlışından kaynaklı yıkımlarıyla nispet tutup, fark atan misillemelerin zayıf kollayan akıl dengesizi hezeyan alazlanmaları; yağı; fitili, ateşi, uç uca yakarak meydan okuyup kan kusturanların hizmet meydancısı yaptıkları sürece, kaybeden yalnızca insan değil, onun izmarit artığı ve yüze tüküresi tiksintilerle ihmale koyduğu kendi etrafında çevrim çevrim dönen büsbütün bir yaşamın topyekün bütünselliğidir.
Kurt da nasibini alır bu yıkımdan, kuzu da. Issızdaki dağ da örenleşir bu erozyondan da, kapı eşiğindeki güvencini yitirmiş insana sürgülü sokak da. Beşikteki çocuk da öksüzleşir bu sürgün terkte , maden bulacağım diye yerin kat kat zindanlarına inen matkap mekanik sahibi mühendis de. Çünkü bu topyekun yargısız infaz, fermanını açgözlülüğün cinnetinden yazan insanın bizzat kendi eliyle yaşamını karaladığı şahsi varlığınadır.
Yazı yazmak dahil bütün sanat ismince kamufleli eserlemeler, eğer bu duyarlılıkla dile ve söze gelmiyorsa, şık ciltlenmeler ve sükseli cilalanmalar serisinin raflarında zerafet podyumculuğu yapan bozuk düzen yaygaracılığının teranecisi olmaktan başka hiçbir verimliliği yoktur yazılandan, çizilenden, çizgilenip çizimlenenden yana yol tutup çirkeşik boyutlu bedenini bulan eser ve mü-eserliliğin.
Soyut; ve insana ilişmeyen patronculuğun hizmet bedelini peşinpeşine faturalayarak beslediği bu yollu kızaklar kaydıran zevk-i safa buğuldancığı, insanı adına doğduğu yaşamından silkeleyip elden geldiğince erişilmezlere savrup saçmaktan başka dirhem payınca da olsa hiç bir işlevi yoktur üstüne vazife edindiği badana-boyamacılığın.
Gözünü kan bürümüş sömürücülerin topyekün savaşlar peydahlayıp dünyayı kapıp kaçma yağması sırasında Hitler ve benzeri cehennem zebanilerini ağzı salya sümük kudurmuş kuduz köpekler gibi hususi kapılarına sadık ölüm cellatları olarak beslemelerinin niyeti ne idi..???
Ne olacak...? Malum; bütün dünya kendinden iğrenecek derecede suçluluk duygusuyla urundan, kökünden, dilinden, yolundan, ilinden, kültürel belleğinden, inanç ve özgür iktidar bilincinden, canından, malından...kısacası tüm kendi adına hak tayin olmuş hayati değerlerinden vaz geçip, günde kölelere bile yazılmayan kumanyalarla öldü ölecekleri her an en zalımından can çekişip, efendisinin kendine sunduğu cinayeti koşulsuz kabul etmesiydi.
Göze batmama korkusuyla tir tir titreyerek, kendini hem kendinden, hem de bütün mercek mercek gözaltılayan yakın takiplerden uzak tutacak korku ürkü bulancağı türünde koşulsuz...
Oysa sözün anlatamadığı yerde vardı sanat. Bütün sessizliklerin zindan zindan etrafa olanca ürküncüyle konuşlandığı karanlıklarda hiç kimsesizliğini gidermek için ıslık çalmaya başlardı mesela insan...Mesela ıssızlığın baskın veren kuşatmasını yarmak için anlaşılır anlaşılmaz melodiler mırıldanırdı kimse yoksa ben varım diye şu koskoca karanlık bunaltılarda.
Bugün bu gün olup da, birgün kendini asıl karanlığın dibine gömen ve adına insanını felakete sürükleyen hususi el yapımı yapay deniz kabarmalarının korkularını korsanlayıp, adına DENİZ FENERİ diye dinsiz imansızca kendini adlandıran çıraların asıl çırasını söndüreceğini zamanın gidişinden bilemiyorsa insan ; harabın harabıdır zindana ne luzum.?
Hergün kaypak söylemlerin değişkenlik çeşnisi sunan hususi kanunlarla kollandığı..Hergün adresi belirsiz döviz girdilerinin hususi kanunları kendi namına yazdırarak siyaseti kiralayıp, siyasetciyi kendi adına memur diye mühür sahibi etttiği ve istediği kanunu keyfi bildiğince, nerde nasıl ihtiyaç duyarsa ona göre uydurtup uygulattırdığını da hiç bilemezdi elbette.
Neredeyse bütün konuşkan dilliliğinden bezmiş, bütün insan değerlisi ilişkisinden pörsümüz ve her konuşulan sözü, her karalanan yazıyı ölümcül, her renge süzülen çizgiyi çıdırgın yorgunluklarla üstüne yük sayan kendinden usanmışılığın toplumunda, olsa olsa bu yağmaya ittifak eden ortanın sus meydancılarıdır, yazı dahil türlü sükse vurgunu madolyoncuklar karşılığı sanat eserleyenler.
Onların dibinden çömçelenip uyuşuk damarından girerek bulduğu kaynağı tükenmez cevher yatağıysa, toplumun aydınlanırım sanarken hepten karardıkları zindan bıçaklaşmalarının hiç birdahalara iflah olup diriliğine kavuşmaksızın körleşip kötürümleştiğidir. Has niyetleriyse hayatın güler yüzüyle düzüne çıkması değil, aksine, çığırından çıkmış cinayet çıldırganı bu saldırgan yangınına olabildiğinden daha uzun ömürlü cinnetler körükleyip, en başedilmez çıldırışlara tümüyle tutuşmasını sağlamaktır.
Çünkü insan kontrolünden çıkıp, kimsesi sormaza kalan böylesi bir küllük, kendini ateşe verip beyler patronlar adına var- canından vazgeçmesi içten bile olmayan gönüllü güdülenmeleri otamatiğe zahmetsizce bağlayacaktır.
Öz dilinden başka özellikle sömürgecilerin insan yutan ağzıyla konuşan bütün dillere sağırlaşıp soğulmaları için elini eteğini esirgemeyen bu kezzap, dağladığı insanı yandım diye dara düştükce işi tıkır mı tıkırındadır. Çünkü o haliyle hazır kalıplı döküm numunelerini geçmeyen insan, günden güne dokuları çürüyen bedeninden hiç haberi olmayan ihtiyat günlüğü onursuz sadakalaşmaların dilenciliğine itirazsız kabullenecektir.
Sözkonusu olan Türkiye ise, sallantılar, sıkıntılar, yıkıntılar ve çöküntülerle darmadağınıklığını hızlandıran kronikleşmeler arasında, yalnızca kurtuluş savaşıyla ancak yasamsal beden ve benliğini bulmuşken, onu yeniden edilgen - etkisizliğe dönüştürmenin en başta gelen yoluydu kendi diliyle anlaşıp konuşamaması.
Şimdilerde yalnızca turizm ve kültür ağırlıklı eksenlere geleceğini yatırımlayan Yunanistan, Portekiz, İspanya gibi ülkelerin hacizlik iflas başvurusunu açıktan beyan etmesi, dünyadaki sömürü çarkının sınır tanımayacak derecede talancıların gözü dönmüşlüğünü hçbir boyutta kimseyle bölüşmemesi oburluğuna bağlıdır. Çünkü hem insanların dünyayı turlayacak dişinden tırnağından artanları yoktur bugün, hem de kültürle- sanatla ilgili insan tipi yok denecek kadar yer yarılıp yerin dibini çürütülüp çukurlandı adeta. Çünkü insan , duyan, hisseden, düşünen, paylaşan, değer üreten...gibilerinden hüner kaybına uğrayalı hayli cinayetler tecavüzü geçti üzerinden. Bugün önüne ne gelirse yutan global canavarın dükkanında kuzu kuzu kurbanlık maskara parçasıdır.
Aslında Türkiye'nin toprak, orman, hazine, dil, tarih ve sömürge çıkarlarına hizmetkar stratejik konum verilerinden, elde ne varsa satışa sunarak elden çıkardığı gırtlağını aşan borcuyla eriştiği iflası, Yunanistan, Portekiz yahut diğer herhangisinden kat kat fazladır. Durum böyleyken de bu ithal tüketimli dükkancılıktan başka işgörmeyen batığı örtbas ettiğinin tek yolu, sadaka dilencisi durumuna getirdiği insanını kollayıp güdüleyen iktidarsızlıkların baştacı edilerek sıcak para kaçakçılarının güdüm ve denetimiyle ortalığı iskambil ala-bulamasına çürük çarıklamaktadır.
Bu ortamda aldığı pozisyonlara üç kuruşluk kurdelecilik eden sanat eserciliği herşey, işin kolluk görevini üstlenen tam gün mesaili gardiyan vardiyacılığı konumundadır. Orda her doğan çocuk, katıksız sömürünün depo malı niyetine, hayatı nufus kağıtlarında kayda geçmekten başkalarda ifadesini asla bulmayan ve cenazesi hemen yarının kapısında bekleyen günsüz ve geleceksizliğin hiçlik ırgatı gibidir.
Şimdi tüm dünyada birzamanlar kapısında Hitler gibi kuduz beslemeleriyle hayatı cellatlayan bugünkü sömürgenler, o çok özledikleri kendinden iğrenircesine, dilinden, inancından, kimliğinden, kültüründen, urundan, kökünden,...kısacası insanı insan eden değerliliğinden bıkmışcasına kendinden kaçacak delik arayan ve paranın pulun ulu soyluluğuna boyun eğip kendini köleleyen kolonlaşmayı kıskıvrak afyonlayıverdiler topyekün insanlığa. ( Hitlerin kıvıramadığı işi para güdülü afyonluklarla becerdiler )
Bizdeki yansımasıyla iki sayfa dokuz maddeler planı uyarınca tepesine binilen bir ülkeyi dörttaraftan saran ahtapotlar örneği...Yüzde on barajıyla kendine illalah okuyanın bile iradesini cukkalayan demogojik- lakırtılar zerzekleyerek insanını matrağa alan kalabalık laf gürültülerinden geçimli tosuncuklar örneği......
Yüzdeleri bile bulmayan ülkemiz kitap okurluluğunun keten bez beyaz pamuk cinsi Nobel ödüllüsü vardı hani . Tüm dünyada global düzensizlikler dengelemenin insan kafalama payandacılığına yedek kolculuk eden Nobel ' in dinamitten gelirli şirketi eliyle, şık kompozisyon yazıyor laga-lugasını bahaneleyip parayla filan da kurdelemişlermişti ' Bu sefer seni beğendik. Adamımız sensin' diyerek hani taçlandırdıkları cismi belirsiz bildik tanıdık sanattan.. ( Bizli gözkulaklılıklarla adamımız olup, dünyayı bize ayar edene bizde gayme çok dercesine)
Nasıl olsa yıldızı parlatılan herşey, varlığını şifreleyen kod verileriyleYuro-amerikan gazinolarında yiyip, içip, gezip, giyiniyor ve pansiyonculuk ediyor ya...! Amerikan özel televizyon kurmay kumandalarından birinde, meşhur Çarli Rose' nin proğramına yazılmış biz adresli pamuk beyazı zerafetiyle Nobelci.
Sırası gelince orda çıkmış, kibar kibar demiş ki.. " ben Türkiyedeki gidişten çok memnunum. Ergenekon'u tepelediklerine memnunum. Özgürlükler demokrasiler tam trustik akustik kıyak...Eveli sokakta içki içenin vay halineydi. Şimdi istediğin kadar iç karışan görüşen yok. Başörtüsü takacağım diyorsa takmalı insan. İnsan neyi istiyorsa onu yapmalı. Ülkenin durumunda buna dair zerre endişelenecek bir hal yok kötüye dair, gidiş hem iyi, hem uslu, hem yolu doğrusunda. Sizin anlıyacağınız ben pek memnunum pek....! "
İnsanların BOP siparişi soygun yağmalığına heba ettikleri Türkiye benzeri buralarda ne yerler içerler..? Doyumluk hangi acıları dilimleyip doğrarlar gülümsüz sofralarında. ? Neyle geçinir.? Nasıl tutunurlar hayata..? Eğitim, adalet, güvence, sağlık, ilşki, iletişim, özgüven, dil, tarih, doğa, çevre, paylaşı....gibi yaşamın asıl ana direği durumundaki soruların tek bir tanesine bile dokunup dillendirmekten ödü kopan Edebiyat ödüllü Nobelci keten pamuk; tıpkı onlara iş veren Yuro-Amerikan patronlarının işaret buyurduğu yaklaşımlardan dil ve dudak tükrüklenişi huyuyla kıytırıktan kenardan eflik püflük yobazlaşma ve kafatası ayrışmalarını esas alarak yazı yazıp sanat eserlediği şu gün şu saat...
Hani bir vallahiyle tallahiyle yemin etse başı ağrımazdan Fethulcuyum demediği kalmış muhteremin. Nasıl olsa patron aynı. Sipariş aynı. Meze aynı. Meyhane aynı. Malzeme aynı. Memlekete ince sanatlar oyan iş aynı. Dolap aynı. Nasıl olsa dümen aynı....
Ve bugün; her bulduğu buluşuyla icadını kötüye kullanmanın canavarlaşmasına ayak direyemeyen insan, daire daire yerden göğe sarılan ölümcül kuyulaşmaların örümcek ağını örüne örüne kenndi kendini kıskaca alıp, yaşamsal yakın bağlarını kopardığı Telefonun, telgrafın, telsizin, erişip ulaşamayacağı yolsuz izsizliğe depoladığı dünyasızlığında çırpınıp durmakta.
Bu haliyle böylesi kör gidiş, haliyle üstüne yanmış ateşlerden kapkaranlık islimli dumanlar soluyan çırası sönmüşlüğe külbastıcılık edecek; ve zihni susa bulanmış kul- kölemen insanını çıkışsız hatlarda karmakarışıklığa kımıltısız kodlayacaktır.
Haliyle böylesi vicdansızlığa kayıtsız kalan yazı yazmak dahil her sanatsa, hayatın iflahını sökmenin dilberliğine kalbini üç kuruşlar bedeliyle icara vermiş zamanın kostak ayakları altında fırıldaklıklar etmekten başkka bir hüneri olmayacaktır elbette.
En nihayetinde bu kusursuz tükenişin bedeliyse, gidiş yönünü kendisiyle doğrultmadıkca bütün duyumlarını umursuzluğa baskılayan inkar ve ihaneti nispetinde başıbozukluğun gün tazesi kurdelelerini kesecek, sonrada halsiz hatırsızlıklara büsbütün çölleşip, hızlı çöküşünün önünü asla kolay kolay toparlayamacağı huzurunu gün gün kaybeden yaşam meydanından uz; ve uzaklarda kalacaktır .

Seyfi Karaca.........Mayıs / 11
Seyfi Karaca4058 şiiri bulunuyor
Paylaşabilirsiniz:
2.5/5 Toplam verilen oy :
Ekleyen Kullanıcı : Seyfi Karaca