Şiir Tutkusu

Menü

Hüzünlü Prenses

Bir varmış, bir yokmuş... Allah’ın kulu çokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken; eşek mühürdar, katır silahtar iken; ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, yani çok ama çok eskiden, Kafdağı yamaçlarına kurulu bir memleket varmış. Adına da Rüyalar ülkesi deniliyormuş. Burada, dünyaya dair hiç bir şey konuşulmazmış. Çünkü, dünyanın meşakkatli olduğu, çileli olduğu bilinirmiş ve bunun içindir ki, rüyalar ülkesinde acılara, çilelere, mutsuzluklara yer verilmezmiş. Her şey tozpembe görülür, herkes mutlu bir şekilde yaşarmış.

Bu rüyalar ülkesinde, görenlerin gözlerinin kamaştığı, güzel mi güzel, tatlı mı tatlı, alımlı mı alımlı bir prenses yaşarmış. Güzelliği dillere destanmış. Bir gören, bir daha gözünü ondan ayıramaz, yanar tutuşurmuş. Bir yürürse, sanki bahar da peşinden yürürmüş. Güzelliği yedi düvele yayılmış.. Prensesin ise, kıskanç bir babası varmış. Kızını ne prensler ne krallar istemiş... Ama prenses, evlenmeyi düşünmüyormuş. Çünkü, mutluluğun zorla elde edilmeyeceğini biliyormuş. Gönlünün, ruhunun prensine bir gün, bir yerlerde mutlaka rastlayacağına inanıyor ve gelen taliplerini nazik bir dille geri çeviriyormuş. Prenses mutlu gibi görünse de, aslında çok mutsuzmuş. Çünkü, babası kıskanç olduğundan, hiç bir yere gitmesine müsaade etmiyormuş. Sarayda her türlü imkan olsa da, bir dediği iki edilmese de, prenses yine de çok ama pek çok mutsuzmuş. Aradığı sevgiymiş, ilgiymiş. Rüyalar ülkesinde istediği her şey gerçek oluyor, bir isteğine ulaşması için hayal alemine dalması veya rüya görmesi yeterli oluyormuş. Ama, yaşantısında ve rüyasında ruhuna hitap edecek, gönlünü alacak, kendisini içten sevecek birisine rastlayamadığından, mutsuzluğu gün geçtikçe artarak devam ediyormuş. Çünkü biliyormuş ki, önemli olan ruh güzelliğidir ve asıl olan gönül zenginliğidir...

Çok çok uzak diyarların birinde ise, Gerçekler Ülkesi adı verilen bir yer varmış. Burada, yoksul bir genç yaşarmış. Babası ne kral, ne de padişahmış.Küçücük dünyalarında kendi hallerinde yaşayıp giderlermiş. Gerçekler ülkesinde hep gerçekler konuşulurmuş. Yalana, riyaya yer olmadığı gibi, hayal kurmak ve rüya görmek de yasakmış. Bu ülkede kralın sağ kolu büyücübaşıymış. Büyücübaşı, Gerçekler ülkesinin kralından aldığı emirle, tüm ülke halkını gözetim altına aldığından, rüya görenlere veya hayal alemine dalanlara çok ağır cezalar verdirirmiş. Çünkü kral, gerçeğe hayal veya rüyanın karışması halinde, tüm ülke insanlarının tembelleştiğini düşünür ve böylece fakir halktan toplanan vergiler azalacağından, komşu ülkelere karşı ekonomik güç ve otoritesinin sarsılacağına inanırmış. Ülkenin ormanları, dağları, taşları, arazileri kralın malı sayılır, halk bir köle gibi çalıştırılırmış.

Gerçekler ülkesinde yaşayan yoksul genç, her gün ormana odun kesmeye gider, günlük nafakasını çıkartırmış. Yine böyle bir gün, çok yorulduğu için, bir ağacın gölgesinde uyuyakalmış. Uykusunda, alımlı mı alımlı, güzel mi güzel, tatlı mı tatlı rüyalarının prensesini görmüş. İkisi de göz göze gelmişler. Onlar için o an zaman durmuş sanki.İkisi de birbirlerinden çok etkilenmiş. Oduncu genç, prensesi çok beğendiğini söylemiş durmuş dakikalarca.Prenses de, kendisini tanıtmış ve demiş ki, “Ben, rüyalar ülkesinin prensesiyim.. Çok yalnızım ve mutsuzum. Lütfen benim yalnızlığımı paylaşır mısın? Benimle dost olur musun? “ “Dost olduk bile! ” demiş oduncu genç. Zaman öylesine ilerliyormuş ki, bu tatlı rüyadan uyanmak istemiyormuş.. Dakikalarca, saatlerce bu rüyayı görmeye devam etmiş. Bir de bakmış ki, karşısında büyücübaşı.Genci apar topar kralın huzuruna çıkarmışlar…Kral, sorgusuz sualsiz, gence ceza vermiş.. Genç bundan sonraki hayatını minik bir serçe olarak devam ettirecek ve Gerçekler Ülkesi’ni hiçbir şekilde terk edemeyecekmiş. Büyücübaşı, bu cezayı çok ağır bulmuş ve kraldan, cezanın hafifletilmesini istemiş. Kral ise, bir tek şartla bu cezayı hafifletmiş. Rüyalar Ülkesi’nde bulunan güzeller güzeli prensesi, Gerçekler Ülkesi’ne getirmesi ve kralla evlenmesi koşuluyla ormancı genci affedecekmiş. Ve böylece ormancı genç, yine eski haline döndürülecekmiş.Verilen süre içinde prensesi krala getiremezse minik serçe oracıkta ölecekmiş.
Çaresiz, “tamam.” demiş genç. Ve yola koyulmuş. Dağlar, denizler, ormanlar aşmış. Sonunda, prensesin yaşadığı Rüyalar Ülkesi’ni bulmuş. Prensesin bulunduğu sarayın penceresine konmuş. Camdan içeriye bakmış. Bir de ne görsün.. Ayın on dördü gibi güzel mi güzel, tatlı mı tatlı bir melek…Gözleri kamaşmış bu güzellik karşısında ve şöyle demiş kendi kendine… “Ahhhh! Keşke minik bir serçe olmasaydım. Belki prensesle ben evlenirdim. Sonra da, kralla yaptığı anlaşma gelmiş aklına. Küçücük gagasıyla, cama vurmuş… Prenses, görkemli güzelliyle cama doğru yönelmiş ve penceredeki minik serçeyi görmüş.. Hemen içeri almış. “Ne kadar şirin şeysin sen böyle.. Yoksa, sen de mi yalnızsın benim gibi.. “ demiş. Avuçlarının içine almış ve bir de buse kondurmuş minik serçenin yanağına. Minik serçe, prensesin tüm konuşmalarını anlayabiliyormuş. Minik serçe ile prenses çok iyi dost olmuşlar. Prenses, kendi elleriyle besliyor, yediriyor, içiriyormuş minik serçeyi. “Daha önce nerelerdeydin sen? O kadar yalnızım ki, hiç gitme ne olursun.” demiş prenses.. Minik serçe ise, çok sevinmiş. Hiç gitmek istemezmiş ama, krala verdiği söz aklına geliyormuş. Düşünmüş, taşınmış, prensesi kendi elleriyle krala götürmektense prensesin yanında kalmayı tercih etmiş. Ama, bu durumda kendisi ölecekmiş… Ne pahasına olursa olsun, krala götürmeyecekmiş prensesi. Nasıl olsa, bir gün ölmeyecek miymiş. Prensesin yanında ölmenin bile mutluk olacağını düşünmüş. Ve, hiç prensesten ayrılmamış. Prensesin yüzüne kan gelmiş, can gelmiş. Gülüp oynamaya başlamış. Çünkü, bir arkadaşı, bir can dostu varmış…İkisi de birbirlerine o kadar sevgi dolu bakıyorlarmış ki, birbirlerini görmeden yapamıyorlarmış. Sonunda, kralın verdiği müddet dolmuş… Ağır ağır can çekişmeye başlamış minik serçe. Son bir gayretle, prensesin avuçlarına konmuş ve oracıkta son nefesini vermiş. Prenses, geceler boyu hep ağlamış minik serçenin ardından. Ve o zamandan beridir prensesin adı HÜZÜNLÜ PRENSES olarak kalmış.

Bu masal, aslında bir masal değildir.Yaşamımız sürprizlerle doludur ve her sevgili, aslında bizler için birer prensestir.Çünkü, özel kişiler her zaman bu unvana layıktırlar.
Rüya ve gerçek, nasıl ki, hiç bir zaman bir araya gelemez ise, imkansız aşklar da yan yana gelemez. Zira, hiç bir zaman yaşayamaz gerçekte. Sadece bir şekilde yaşatırız bu büyük aşkımızı.. Ruhumuzda.. Gönlümüzde.. ve, bunu yaparken, hiç bir engelle karşılaşmayız. çünkü ruhlarımız özgürdür ve gönül gözüyle sevmek, sevmelerin en güzelidir..
Hiçbir masal böylesine hüzünlü bir sonla bitmemiştir. Masallar hep mutlu sonlarla biter. Bu masalın farkı buradadır. Çünkü, hiçbir zaman gerçeklerle, rüyalar birbirleriyle buluşamaz. Burada önemli olan, sevginin gücüdür. Minik serçe, canı pahasına prensesin yanında kalmaya razı olmuş ve sevgisini canı ile ödemiştir. Sevginin gerçek gücü işte budur…

Sevginin kıymetini bilelim ve birbirimizi koşulsuz sevelim.Birbirimizden ilgimizi, sevgimizi, muhabbetimizi kesmeyelim. Sevgi, öylesine değerli ve öylesine büyülü bir kelimedir ki, isteseniz de zorla kimseyi sevemezsiniz. Sevmek, içten gelen samimi duyguların bir ayna misali yansımasıdır...


Sağlıcakla ve mutlulukla kalınız.


Vecdi Murat SOYDAN
12/05/2009-Isparta
Vecdi Murat SOYDAN474 şiiri bulunuyor
Paylaşabilirsiniz:
2.5/5 Toplam verilen oy :
Ekleyen Kullanıcı : Vecdi Murat Soydan