Şiir Tutkusu

Menü

Kendine İyi Bak

Tanyerinin büyüsüne kapıldık.
Gözlerimizdeki kızıllık, geceden kalma. Uyku yüklü gece süvarilerine direndik. Uyumadık. Akıp giden zamana tutsak olmadık. Ama nedense bir tanem, yorulmak nedir bilmeyen zamanı köşesinde tutamadık.
Dışarı çıkar çıkmaz, serin bir rüzgâr okşadı bizi. Elimizde, gözümüzde, yüzümüzde dolandı; saçlarımıza bulaştı. Sanki yüreğimizdeki yangınların derecesini düşürmek istiyordu.
Bu, ne güzellik Tanrı’m? Kolumda sevdiğim, şafağın söküşünü seyrediyoruz birlikte. Geceyi yırtan kızıllıklar, ikimizin de hoşuna gidiyor. Gözlerimizde kıpkızıl şafaklar… Sabahın eline düşen sönük yıldızlara bakıyoruz birlikte. “Az önce hepsi de pırıl pırıldı. Şimdi ne oldu ki bunlara?” diye düşünüyorum kendi kendime. Bildiğim sebebi, görmezden, anlamazdan, bilmezden geliyorum. Sabahın serin havası, elimizde, yüzümüzde.
Konuşmuyor, tanyerine bakıyoruz. Besbelli ikimiz de, hayâllerimizin peşinde, şafağa düşen yangınlarla yarışıyoruz. Yeniden hasret kesilmeye hazır gönüllerimizi sessiz ninnilerle uyutmak istiyoruz.
Konuşmuyor, tanyerine bakıyoruz. Umudumuz güneşte demek ki…
Doğsun, bize bir şeyler söylesin. Hasretin ağına düşecek olan gönüllerimizi teselli etsin. Sönük yıldızları parlatsın, zamanı durdursun, tükenen geceye, yenibaştan döndürsün bizi. Saniyeler olduğu yerde kalsın, dakikalar akıp gitmesin
Bu sabah, sadece bu sabah, ayrılık zehriyle gülümsüyor bize.
Bu sabahı, en az benim kadar, sen de sevmedin, biliyorum. Sen de gece bitmesin, sabah olmasın istedin.
Velhasıl ikimiz de, gecenin büyüleyen demlerinin sürüp gitmesini istiyoruz.
Güneş, henüz ortalıkta yok.
Güneş, meramımızı anlamış olmalı, doğmakta nazlanıyor.
Güneş, doğmakta nazlanıyor.
Varsın nazlansın.
Ellerin ellerimde, yanıyor. Öylece tanyerine bakıyoruz. Şafağın renklerine takılmış gözlerimiz, konuşmadan, sessiz, güneşin doğuşunu bekliyoruz.
Sabah ayazı, yüreğimizdeki yangınları dindirmek istiyor.
Biz istemesek de bir tanem,  az sonra güneş, büyülü geceyi bitirecek, sabahı başlatacak.
Bu sabah, sabahın başlamasını istemiyorum, biliyor musun?
Bu sabah, güneş doğmamalı.
Bu sabah güneş, “Merhaba!” diyen yüzünü, bize göstermemeli.
Ellerin ellerimde, yanıyor. Konuşmuyor, tanyerine bakıyoruz.
Tek tek tanyerine düşen renklerle, hayâllerimizi yarıştırıyoruz. Tek tek o renklere, umutlarımızı işliyoruz. Tekini bile atlamadan, şafağı tutan bütün renkleri; hayâllerimizle süslüyoruz. Şahlanan umutlarımızın destanını yazıyoruz konuşmadan, sessizce.
Ellerin ellerimde, yanıyor. Konuşmuyor, tanyerine bakıyoruz.
Aşağıda uzayıp giden yoldaki gece lambaları… Bir iki far.
Her şeye rağmen, hayat yeniden başlıyor.
Güneş, yeni bir günü başlatmak için sabırsızlanıyor.
Şafak, birdenbire bütün renkleriyle söküyor. Parıltılarını yüzüne düşürüyor.
“Ah, ömrüm! Ne kadar güzelsin böyle?”
Güneşe bak, dağların ardından nasıl da yükseliverdi aniden?
Hüzünlü mü, ne? Sanki bugün, bize “Günaydın!” demekte nazlanıyor.
Varsın nazlansın.
Yanımda sen varsın!
Yüzünde güneşin ilk ışıkları.
Gözlerinde manidar gülümsemeler…
Sabah ayazını kesmeye çalışıyor, bana perde olmak istiyorsun.
Kulaklarımda sesin:
“Yine yalnız kalmaya, yalnızlık çekmeye hazır mısın ozanım?”
“Yalnız kalmam ki…”
“Neden?”
“Kalbim senin, dedin… Unutma.”
“Unutur muyum hiç? Benimki sende, seninki bende kalacak yine.”
“Önceki gibi. Melek ve Şehzade, bu habere sevinir.”
“Öyle, önceki gibi. Ama aramızda yine mor dağlar yükselecek, okyanusların öte yakasında olacağım.”
“Gündüz güneşle, geceleri dolunayla mor dağları da, okyanusları da aşarım bir tanem…”
“Daha kaç yıl?..”
Nerden çıktı bu taksi? Birdenbire yanımızda duruverdi.
Ah, bu taksi…
Güneş, yeni bir günü başlatmak için sabırsızlanıyor.
Şafak, birdenbire bütün renkleriyle söküyor. Ortalık, aydınlanıyor.
Yoldayız…
Bir ara sürücü, ne dedi biliyor musun?
“Ben, şimdi ikinci hayatımı yaşıyorum.”
“İkinci bahar olmasın?” diye sordum. Gülüştük…
“Hayır beyim! O kadar da şanslı değilim. Ama ikinci hayatımı yaşıyorum. Büyük selde, arabamla birlikte denize sürüklenmişim. Gerisini hatırlamıyorum.”
“İlgi çekici. Sonrası?”
“İkinci hayatımı yaşıyorum dedim ya.”
El ele tutuştuk. Parmaklarını parmaklarımın arasına kenetledim.
Sessizce fısıldadım:
“Oysa biz, kendi hayatımızı yaşayamıyoruz. Kendi hayatımızı…”
Otogardayız…
Otobüs, görünürde yok..
Bilsen kalbimden neler, neler geçirdim? Ah bu otobüs, hiç gelmese… Ya da bütün otobüslerin kalkış saatleri ebediyen silinse.
Sanki en sakin anlarımızı yaşıyoruz. Oysa ikimizin de gönlünde, sayısız fırtınalar kopuyor.
Hiçbir zaman dineceği olmayan fırtınalar.
Fırtınalar…
O ağaç, üzgün mü ne?
Güvercinler tünekte. Kanada kalkacakları, ters takla atacakları yok.
Sanki birimizden birine dargınlar. Keyifsizler.
O da ne? Mis gibi simit kokuyor.
Simitlerimizin yanında çaylarımızı söylüyoruz.
Çay arasında, sormadan yapamıyorsun.
“Bana söyleyeceğin son bir şeyin yok mu?”
“Kendine iyi bak!”
“Bu kadar mı?”
“Bu kadar. Hepsini içine alacak başka bir söz bulamadım. Kendine iyi bak!”
“Anladım.”
“Fakat bu defa, gitmeni hiç istemiyorum bir tanem. Hiç istemiyorum…”
“Peki çocuklarımız, torunlarımız ne olacak?”
“Bilsem!”
Otobüs durur mu? Çıktı geldi…
Güneş, güzelim ışıklarını üstümüze düşürdü.
Yorulmak nedir bilmeyen zaman, geldi çattı.
Otobüs, harekete hazır; bekliyor.
Kucaklaştık. Gözlerimizi sakladık birbirimizden.
“Güle güle!” yerine, sana; “Kendine iyi bak!” dediğimi hatırlıyorum.
“Kendine iyi bak!”
 
Yeniden hasret kazanlarına atılan gönüllerimiz, ağlıyor.
Melek ve Şehzade, deli gibi. Kafdağı’nın ardına kaçıyor.
Biri, bizim için ninniler söylese şimdi. Uyumak istiyorum.
Aramızda yine mor dağlar, aşılmaz okyanuslar.
Bu sabah güneş, doğmamalıydı.
Doğmamalıydı.
Guruldayan güvercinler ayaklandılar. Göğün en yükseğine kadar uçtular.
Güvercinim de uçtu.
Ah, biri bana ninni söylese!
 
El sallayışını unutamam, bir tanem.
“Kendine iyi bak!”
Oyhan Hasan Bıldırki20 şiiri bulunuyor
Paylaşabilirsiniz:
5.00/5 Toplam verilen oy : 7
Ekleyen Kullanıcı : Oyhan Hasan Bıldırki